29 Eylül 2014 Pazartesi

Rákóczi kimdir?

Rákóczi ışığında Tekirdağ Gezisi

Kışa koşar adım yaklaştığımız bir hafta sonuydu, gri bir hava, yağmur vardı ve ben kesinlikle evde oturmak istemiyordum. Rákóczi ışığındaki Tekirdağ maceram da böyle başladı. Gezelim, görelim, yiyelim, içelim hareketleri en sevdiklerim. Yerinden kıpırdamadan bir ömür geçirenlere selam olsun. Bu yazının şarkısı balkan havalarından geliyor.(Not:Canlı dinlemek için İpsala Çeltik Festivalinde 10 ekim cuma günü sahne alacak.)



Macar halkı için de Türkiye'de uğranacak ilk durak olan milli kahramanları Prens II. Ferenc Rákóczi'nin son 15 yılını geçirdiği, müze olarak restore edilip bizlere açılan ahşap, eski, şirin mi şirin evine giriş sadece 3 TL.


II. Ferenc Rákóczi'nin Macaristan sakinleri için yazdığı manifesto. Bu manifestoda herkes ülkenin bağımsızlığının yeniden tesis edilebilmesi uğruna silaha sarılmaya çağrılıyor. İkinci fotoğrafda gördüğünüz mühürler ise II.Ferenc Rákóczi'nin Prenslik ve Erdel prensliği mühürleri. 



Yer yüzünde hiçbir millet, topluluk, insanoğlu yoktur ki özgürlüğü için mücadele etmesin. 


Özgürlük uğrunda dökülen kanların, yitip giden hayatların ise hiçbir dilde, toprak parçasında haklı bulunur yanı yoktur. 





XVII. yüzyıl sonu Kazma-gürz  -  XVII. yüzyıl sonu bir çift tabanca



Tüm bu tarihi siyasi olayların ortasında duralım ve size bir kuple gülümseyim, gülümseteyim. :)



 Rákóczi mültecilik hayatının önemli durakları Adam Szathmary -Kiraly'ın (1692-1752) günlüğünden. Prensin Polonya'da ve Fransa'da geçirdiği mültecilik yılları. (1711- 1717)

Aramızda hala günlük tutan var mı acaba? Her gün olmasa da zaman zaman sayfalarca yazdığım ajandalarım vardır yıllardır özenle sakladığım. Bu sayede tüm o zamanlara ışınlanabiliyorum istediğim zaman. Size de tavsiye ederim. 

II. Ferenc Rákóczi'nin kendi elleriyle tahta işlemeyle yaptığı koltuğuna hayran kaldım, bayıldımmm... Eski mobilyaları yeniden işlemek, boyamak, istediğin gibi birşeyler üretmek oldukça keyifli değil mi? Sevgili II. Ferenc Rákóczi, bendensin! :)

Müzeden çıktığımızda deliler gibi acıkmıştık, vejeteryanım diye hoplayıp zıplayan bendeniz nadiren de olsa arada köfte yiyebiliyorum. (Malesef B12 eksikliğinden ve unutkanlıktan sıkılmış olmak bunu gerektiriyor.) Bu nedenle klasik Tekirdağ köftesini bizlerin beğenisine sunan Nefis Tat Abdi Özcan Köftecisinde karnımızı doyurduktan sonra (yarım porsiyon 7,5 TL ki bizim için oldukça doyurucuydu) Balkan Pastanesinde dondurmalı peynir tatlımızı (Porsiyon 7 TL) mideye indiriyor, afiyetle Tekirdağ'dan ayrılıyoruz. 



Bir başka gezelim, görelim, yiyelim, içelim durağında görüşmek üzere...

Sevgiler :)




28 Eylül 2014 Pazar

Günaydınım Nar Çiçeğim

Haylaz nar çiçeğinden Günaydınlaaar!!! Yazının şarkısını da buradan hepinize sevgiyle, özlemle, hasretle gönderiyorum. 


Yin-yang kolyemle ışıldayan kombinime göz kırparım.


Yin ve yang; siyah - beyazdır evet ama kırmızı da bu duruma en çok yakışan renktir.  Bu felsefe; gecenin içinde aydınlık ve sıcağın; gündüzün içinde de soğuk ve gölgenin bulunması ile açıklanabiliyor!


Her daim başımızın üstünde yeri olan ve benim yin yang ile baktığım renklere, bir de Dolce & Gabbana'nın 2015 ilkbahar-yaz sezonunu görüp hayran olmayın elinizden geliyorsa? 

İspanyol kadınından ilham alınarak tasarlanmış koleksiyonda kesinlikle her parça birbirinden muhteşem. Yazı şimdiden iple çekiyorum! 

Sevgiler..

T-shirt : Mavi Jeans
Etek: Polo Garage
Çanta: Nine west
Ayakkabı : Flo
Saat: Gaziantep Hatırası :)
Kolye: Almeria Hatırası :)

26 Eylül 2014 Cuma

Yaşamın Ucuna Yolculuk

1943 yılında Kütahya'da dünyaya gelen, 1960'larda otostopla avrupayı gezen özgür kadın Tezer, ikinci romanı 1983'te almanca olarak Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla yayımlanmış, 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü kazandıktan sonra ise 1984 yılında kitabını Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla basmıştır.




Aşkları, evlilikleri, ilişkileri, fikirleri ile yaşadığı dönemin insanı değildi ve bence bazı şeyleri bugün bile hala bu kadar cesur ve dosdoğru ifade edebilmemiz mümkün değildir.

Genel kanının aksine Tezer Özlü intahar ederek değil göğüs kanseri nedeniyle 1986'da buralardan ebediyen gitmiştir. Kitapta altını defalarca çizdiğimiz, durup durup düşündüğümüz özgür cümlelerinin yer aldığı sayfalardan;

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. 

Her anı ölüdür. Şimdi sen de bir anısın. Sen de ölüsün.Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim.

Şimdi sen bir anısın. Tenin herhangi bir yerde sürdürecek yaşamını. Hiçbir sevginin ardından gidemem. Sevgi inandırıcı değildir. Düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. Düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir. Ne denli düşünülürse, o denli büyür. O denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. Gerçekleştirilemez. Soyutlaşır. Ve hiçbir zaman bitmez. Yaşam gibi. Ölüm gibi.

" Büyümenin yaşlanmak demek olduğunu bilmiyordum. Ölmeyi görmek, Mora nehrini yeniden görmek olduğunu.."

"Niçin dünyaya geldiğini bilmiyor musun? Anlatmalısınn, anlatmalısın, ayrıca acıkmalısın, susamalısın…sonun korkunç, sefil olmalı! Bunu bilmiyor musun? Bunu sana Pavese söylüyor."

Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka.

Ama hangi ülkede olursa olsun ortaçağ düşüncesinden sıyrılmış, bağımsız insana az rastlıyorum.

Yaşanacak bir yaşam vardır. Binilecek bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır. 

Birden ona herşeyini vermek istiyorsun. Çocukluğunu, yorgunluğunu ve bu seyahatin içine doğru aradığın sonsuzluğu. Tenini. Kendini.

Dünya nasıl olması gerekiyorsa, öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz. 

Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de.

Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla,hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte kullanmama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, birşey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.

Oysa ben tüm yaşamı gökyüzü altında bir tatil olarak görüyorum. 

Her gidiş, her yolculuk, kendi "benimin" bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir.





Dönüp dönüp tekrar okunası bu satırların müziği benim nedenini bilmediğim bir şekilde Tezer kadar içime dokunan bir ses...Bazen bir ses sarsalıyor insanı, bazen bir cümle, bazen ufacık bir an, anı... 

Sizin için özel olan, en içinize dokunan şeyler neler?
Siz de bu yazının altında benimle paylaşır mısınız? :)

Sevgiler...




20 Eylül 2014 Cumartesi

Sonbahar

Sonbaharda etnik desenler ve kumaşlar, maskülen ayakkabılar ve ceketler, yüksek belli jeanler "biz geldik merhaba, haydi durma dolabında yer aç!" diyedursun; ben hala dediğim dedik çaldığım düdük kombinler yapmaya devam edeceğim. Ligo ligo tha me sinithisis! :)




Herkesin aynı şekilde birleştirdiği parçalardan oluşan kombinleri giymeyi oldum olası sevmem. Mağaza vitrinlerindeki mankenlerin "vuhuu bana baksana, yepisyeniyim, bu sezonum" diye bağıran giysilerini alıp giyiveren, kolaya kaçan insanlara pek sıcak bakamam.




Mutlaka geçmişten gelen, eski sezonlardan bana yadigar kalan, gözümün nuru parçalarla birlikte harmanlayıp üstüme geçirmeyi severim. Çantam, üniversite yıllarımdan kalan benim için nadide bir parça. Renkli ve sıradışı olan herşey nadide galiba biraz benim için, o ayrı. 




Herkesin aynı şeyi giymesi, her kentin ve hatta tüm sokaklarının aynı şekilde yapılaşması gibi. Bir anlamda kimliğini kaybetmektir ki "ben" olmaktan uzaktır. Amma da büyüttün demeyin. Belki de bu kadar çabuk tüketiyor olmaktan da korkuyorum bir nebze. İki sezon giyip, yaşanmışlıklarınızın sindiği giysilerinizden kolaycacık kurtulmanıza biraz da içerliyorum. 



Duyguları, insanları, yaşadıklarımı bir kenara bırakın ben giysilerimi bile kolayca tüketemiyorum. Siz neleri tüketiyorsunuz kolayca? B
unu bir düşünedurun, ben followmeto akımına kapıldım gidiyorum, tutmayın. :)



Elbise: Batik
Ayakkabı: Elle
Çanta: Roman

17 Eylül 2014 Çarşamba

Aliye Berger kimdir?

Aşık, güçlü ve zeki kadınlara olan haranlığımı ilk olarak "Frida" ile yazmıştım. 

O serinin devamı niteliğinde olan yazım, her seferinde beni kendisine hayran bırakan: "Aliye Berger". Bu yazının müziği de onun tek ve en büyük aşkı keman virtüözü Karl Berger'e ithafen gelsin.

Aziz Nesin Aliye'yi şöyle anlatıyor: "Aliye Berger bana, kış ortasında tomurcuklanıp çiçeklenmiş ve her zaman öyle kalmış bir ilk yaz dalı gibi gelirdi."

Ne doğru bir tanımlama, her mevsim ilk yaz dalı gibi kalmak, bunu çevresine hep aynı enerji ile yansıtmak ve taşıması ne zor bir sıfat. Anlamlar yüklüyoruz sevdiklerimize, beklentilerimizi arttıran anlamlar. Beklemezsek ne anlamsız olacak aslında?



Aliye'ye dönecek olursak, anlatılması ve anlaşılması herkes tarafından kolay olmayan, zor ama bir o kadar keyifli, hayat dolu kadınlardan. Türkiye'nin ilk gravür sanatçısı. Ama onun adını duyuran gravürden ziyade 1954 yılında Yapı Kredi Bankası'nın düzenlediği yarışmada birinci seçilmesini sağlayan yukarıdaki şahane resim. Benim Aliye Berger ve ödüllü resmi ile ilk tanışmam İstanbul Modern'in Hayal ve Hakikat sergisi sayesinde olmuştu. Sergi kendisini şu şekilde ifade ediyordu; "Hayal ve Hakikat adlı romanı kendisine referans olarak alan sergi, kadın sanatçıların hayallerini hakikate nasıl dönüştürdüklerini araştırarak, kadın sanatçıların üretimlerinde hakikatin farklı katmanlarıyla kurdukları ilişkinin bugünkü çağdaş sanat kültürü içindeki yerini görsel örnekleriyle anlatıyor." Benim Aliye ile tanışmamı sağlayan her sergisine koşarak gitmeye çalıştığım İstanbul Modern ailesine de bayılıyorum, çok seviyorum buradan aşkımı ilan ediyorum :)

Okumuş muydunuz bilmem, döneminde oldukça ses getiren Ayşe Kulin'in Füreya'sını. Ne yazarsa yazsın okurum diyeceğim bir başka yazar da Ayşe Kulin'dir ki beni asla pişman etmemiştir. Benim gibi biyografi türüne meraklıysanız, sevmeniz ve hatta ölüp bitmeniz olası bir yazardır kendisi. Füreya ise Türkiye'nin ilk seramik sanatçısı ve Aliye Berger'in biricik yeğenidir. Bu yazının ilk okuma tavsiyesi "Alyoşa" ve sonrasında "Füreya"dır. Aynı zamanda Halikarnas Balıkçısı'nın da kardeşidir. Aliye'yi tanımayanlar için minik bir soyağacı da yapıverdim. :)


Bu hayatta uğruna herşeyden vazgeçerek büyük bir aşkla peşinden gittiği, yıllar sonra evlenip tam da en mutlu zamanlarında bu dünyada onu yapayalnız bırakan Karl Berger'i; gravürleri ve resimleri ile canlandırıp, her daim onun anıları ile dolu evinde yaşamıştır Aliye. 

Büyükada'da öldüğünde, Füreya tabutuna pembe bir peluş örtmüş, herkes "tabutta öyle bir renk olmaz" diyerek karşı çıkmıştır. Füreya ise çok uzatmadan  kısa ve net ifade etmiş: "Kim ne derse desin, Aliye olsa böyle yapardı, böyle isterdi." 

Aşkına, ailesine ve sanatına dair biraz olsun merak uyandırabildiysem eğer, okumanız için başka tavsiyelerim de olacak:

Alyoşa - Aliye Berger'in Öyküsü Hayati Çitaklar İmge Kitabevi 
Aliye Berger, Yaşamı/Sanatı/Yapıtları, Ada Yayınları

Şakir Paşa Ailesi, Şirin Devrim, Doğan Kitap

Aliye Berger, Yapı Kredi Yayınları

İş ve İstihsal 1954 Yapı Kredi Resim Yarışması Katoloğu

O Güzel İnsanlar, Zeynep Oral, Cumhuriyet Kitapları



Menfaatlerini ve hesap kitaba dayalı ilişkileri gözeten, içi kupkuru kadınlarla ve onların yetiştirdiği çocuklarla o kadar çepeçevrelendik ki hayata sevgi ile bakan, aşk ile bağlanan kadınların kıymetini bilmemiz gerek diye düşünüyorum. 

Sevgiler :)

15 Eylül 2014 Pazartesi

Su Gibi Berrak

Odandan çıkman gerekmez, masanda oturmaya devam et ve dinle... Dinleme bile, sadece bekle... Bekleme bile, gerçekten sakin ve yalnız ol. Dünya özgürce sunacaktır kendini sana... Maskesinden sıyrılmak için başka seceneği yok, huşu içinde yuvarlanacaktır ayaklarının dibine...Franz Kafka.


Fazla birşey söylemeye gerek yok bazen...Bazen sadece birkaç güzel söz ve enfes bir şarkı yetiyor herşeyi daha güzel, daha yaşanabilir ve daha anlaşılır yapmaya. Kahvesini, kitabını alıp bu dünyadan uzaklaşabilen insanlardanım ve bunun için kendimi çok şanslı hissediyorum. 


Biraz sonbahar hüznü, biraz günlük yaşam koşuşturmacalarının sıkıntısı ama herşeye rağmen ben bembeyazım baksanıza! Su gibi berrak değil  her zaman hayat. Misafirlikteyken sevmediği yemeği yiyen çocuğun yüzünü buruşturmamaya özen gösterip, zorla yediği yemekler gibi tatsız, tuzsuz hayat kimi zaman. Yine de yemekten sonra tatlı diye bir gerçek var, unutma! Afiyet olsun, aşk olsun, sevgi olsun, bolca sevgi kelebekleri dolsun! 


Sevgiler :)


Bluz: Banggood
Etek: River İsland
Terlik: H&M
Çanta: Watsons ürün hediyesi :)
Saat: Guess
Bileklikler: Enez'de ev hanımlarının yaptığı el emeği göz nuru incilerim

10 Eylül 2014 Çarşamba

Remember Me

Truva filminde Josh Groban şarkısında şöyle diyor: Remember Me!
"...When your dreams have ended 
Time can be transcended 
I live forever 
Remember me..."

Ali Çimen'in Tarihi Değiştirenler Serisini duymuş muydunuz? 
Eğer duymadıysanız ve uzun uzadıya tarih kitaplarını okumak uykunuzu getiriyorsa (tüm yazar ve okurseverlerden özür diliyor, bana kızmayacaklarını ümit ediyorum.) bu seriyi şiddetle tavsiye ederim. 
Bir kadın daha ne kadar unutulamazdı acaba? Tarihi Değiştiren Kadınlar listesinde kesinlikle olması gereken bir isim Truvalı Helen. 
Yunan mitolojisine göre Truva savaşına neden olan dünyanın en güzel kadınıdır.  Çeşitli efsanelere göre Zeus'un fani bir kadından olan tek kızıdır. Sparta kraliçesi Leda ile tanrı Zeus'un kaçamağından doğan bir kızdır.
 Ve Truva'dan kaçabilmeyi de Zeus ve Aphrodite'e borçlu olduğu söylenir. 
İlyada'nın ve çevrim şiirlerinin başlıca kahramanlarından biridir.


Ben de beyaz tüller içinde kendimi yunan mitolojisinden fırlamış bir kahraman gibi hissediyorum. 
"Hııııh sen de..." diyebilirsiniz ama kıyafetlerin enerjisi olduğuna ve kesinlikle ruh halinizi yansıttığına inanırım. 
Genelde rengarenk, her çeşit kıyafetin dikkatimi çekmesini de sürekli değişken ve genelde çok hareketli kıpır zıpır olmama bağlayabilirsiniz, çok da haklısınız. 

Elbise: Banggood
Ayakkabı: Berlin'de bir butik.
Çanta: Berlin'de bir başka butik :)
Saat: Banggood
Bileklik: Roma'da bir butik.


Ben bu ara masal kahramanıysam demek, Sevgiler :)


6 Eylül 2014 Cumartesi

Fethiye


Tatilimizin en uygun, en şirin oteli olan Melek Apart'a yerleşir yerleşmez  öğleden sonra Ölüdeniz'e kendimizi attık. Ölüdeniz Milli Parkının (Araç ile Giriş:22 TL) berrak sularına kendimizi bıraktık. O dubadan bu dubaya yüzme rekorları kırdık. Akşamüstü Belcekız Plajında bulunan Easy Riders firmasından safari (50 TL) ve yamaç paraşütü (200 TL uçuş - 180 TL fotoğraf ve videolar. Pazarlık yaparsanız bizim gibi 110 TL alabilirsiniz.) aldıktan sonra yıllardır gitmediğim ama pek çok sevdiğim Help Beach Lounge'da akşam yemeği için yerimizi aldık. (Vejeteryan menüsü bir harika! Tabii diğer yemekleri ve kokteylleri de. Uğramadan geçmeyin derim.) 


Akşam Fethiye merkezde gezdikten sonra geceyi Kum Saati'nin çeşitli kokteyllerini deneyerek geçirdik, pişman olmadık. (kelimelere şarkı gizlemeyi pek sevdim)


Ertesi gün sabahın köründe uyanıp Safari jeeplerine atladık, maceraya başladık.



 Hepimiz su tabancalarımızı ve kovalarımızı su ile doldurup savaşa hazırlandık :)



Gün boyunca hiç kurumadık dersem abartmam. Bakınız aşağıdaki fotoğraf yollarda bile ıslandığımızın kanıtı. Ayrıca yöre halkı jeep safari turlarına o kadar alışmış ki; hortum ile yol kenarında bekleyen amcalar, içi su dolu kovalarla yolumuzu gözleyen gençlerin tüm saldırılarına göğüs gerdik. :)



Su savaşı ile nasıl gittiğimizi hatırlamadığımız onca yoldan sonra Balık Çiftliğine varıyoruz. Hamak keyfi, gözleme&çay saatinden sonra anlamsız bir şekilde zavallı balıkları seviyoruz.

 Onlar mı benden korktu, ben mi onlardan belli değil. :)



Sevgi selimiz bittikten sonra Saklıkent'in soğuk sularına doğru yola çıktık. Öncelikle buz gibi suyun yanında yemek yedik. Hamak keyfi yaptık ve kanyon yürüyüşüne başladık. Zorlu geçen bu yolda yer yer düştük, donduk, terlik kayıpları yaşadık ama tatil coşkumuzu hiç kaybetmedik. Ama yine de siz saklıkent'e terlik yerine plastik deniz ayakkabıları ile girmeyi tercih edin :)



Ve tatilin en eğlenceli bölümlerinden birisi rafting!



Biz yarıştık, ıslandık, taşlara takıldık, döne döne helak olduk, bolca güldük :)

Fazlaca yorulduk şimdi dinlenme ve çamur banyosu zamanı!


Ne saçmaladık, ne saçmaladık. O saçlar nasıl temizlendi bir ben bir Allah biliyor.


Çamura bulanmış olsam da bileziğim olmadan asla :)

Tatilimizin en adrenalin dolu anları geliyor. Sizi biraz uçuracağım. 


"...Maviyi soruyordun,gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi

Bir renk değildir mavi huydur bende..."

 "Nereye gidersem gökyüzü benimdir!"

Hayatımda yaşadığım en keyifli anlar listesinde üst sıralarda yerini aldı. Şimdi sıkı tutunun sizi de uçuracağım. 1-2-3 havadayız…



Filmlerimin devamı gelecek…Sevgiler :)