#okumahalleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#okumahalleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2014 Çarşamba

Düşüş - Albert Camus

Pek çoğu tarafından varoluşçu olan tanımlanan Albert Camus aslında kendisini ve hayatı böyle ifade etmekteydi. 

"Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız."
Yazarın daha çok bilinen kitabı "Yabancı" yerine "Düşüş"ü burada yazmayı tercih ettim. Çünkü gerek romanın tekniği, gerek cümleleri beni daha çok kendisine bağladı. 1957 Nobel ödüllü bu kitap öyle doğru noktalara öyle güzel değiniyor ki mutlaka altını defalarca çizdiğiniz paragraflar ve benim gibi başka başka yerlere notlar alacağınız cümleler ile dolu. Elini taşın altına koymadan sıyrılanların, düştüğünün ayırdına bile varmayanların uyanacakları sabahlar olmasını dileyerek sözü Albert Camus' ye bırakıyorum.



Ama kapıp koyverdim kendimi, savunmaya giriştim! Bağışlayın. Alışkanlık, bayım, eğilim, üstelik bu kenti ve nesnelerin özünü size anlatmak isteği! Çünkü nesnelerin özündeyiz.

Bu söylediklerim, görüyorum ki, şaşırtıyor sizi. Hiç birdenbire yakınlık, yardım, dostluk ihtiyacı duyduğunuz olmadı mı? Evet, elbette. Ben yakınlıkla yetinmesini öğrendim. Yakınlık kolayca bulunur, hem de hiçbir bağlantıya sokmaz insanı. İç konuşmadaki, "Size yakınlık duyduğuma inanın," sözü hemen, "Şimdimde başka şeylerle uğraşalım," sözünden önce gelir. Bu, başbakanlara özgü bir duygudur; felaketlerden sonra ucuza elde edilmesi zordur, ama bir kez de elde edildi mi, artık ondan kurtuluş yoktur, gereğini yerine getirmek gerekir. 

Dikkat etmişsinizdir, inancı, tüm hakaretleri bağışlamak olan insanlar vardır, bu hakaretleri bağışlarlar gerçi, ama hiç unutmazlar. Ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi bir yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. Benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu, oysa bu davranışımın nedeni daha basitti: Adını bile unutmuştum adamın. İlgisiz ya da nankör kılan aynı sakatlık o zaman büyük ruhlu hale getiriyordu beni.

Dostlarım diye de ilke olarak söylüyorum zaten. Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var. Buna karşılık sayıları çoğaldı onların, tüm insanlık onlar.

İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar.

Karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona.

Tek savunma gösterisi kötülüktedir. O zaman insanlar yargılanmamak için yargılamaya koşarlar.

Zenginlik, aziz dostum, henüz aklanma değildir, ama her zaman hoş karşılanması gereken ertelemedir.

Tüm erdemlerimin ön yüzünün böylece daha az etkileyici bir arka yüzü de vardı.

Gerçekten de öyle çabalar ve kanılar var ki hiç anlamam.

Ben tüm hayatımı çifte bir burç altında yaşadım ve en ciddi eylemlerim en az yükümlendiklerim olmuştur çoğu zaman.

Ciğerinde ne olduğunu gözler önüne sermek için, her yerde kalıbına girdiğim güzel mankeni kırmak istiyordum.

Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkum etmezler. Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya  çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır.

Bedenimi kemiren yorgunluk aynı zamanda içimdeki birçok diri noktayı törpülemişti. Her aşırılık diriliği, dolayısıyla acıyı azaltır.

Kendimi ne kadar suçlarsam, o kadar sizi yargılama hakkına sahibim. Daha iyisi, sizi kendinizi yargılamaya kışkırtırım, bu da beni öylesine ferahlatır.

"Ah, bayım," diyordu adam, "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan." Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.

  




10 Ekim 2014 Cuma

Allı Pullu Cümlelerdeyiz.

 ♫ ♪♫♪ ♫ 

Aşka Şeytan Karışır'ın arka kapağındaki bu cümleyle önce "hadi canım sen de…" demiş, sonrasında birkaç sayfa kurcalayıp kitapçıda baya baya okumaya başladığımı farkedince koşarak satın aldım ve hemen o gece bitirdim.

"Sıradan insanlar yoldan çıkmaz, en masumlar günahkar olmaz, iyiler kötülük yapmazdı; eğer aşka şeytan karışmasaydı."



Aşk üzerine yazılmamış yazı, çizilmemiş resim kalmadı… Mamafih ne insanlar aşk üzerine yazmaktan vazgeçti ne de çizmekten ve konuşmaktan ve anlatmaktan… Pek çok yazı ölçüyü kaçırıp pembe diziye döndü, bazıları ise aşkı başka bambaşka duygularla karıştırdı. Herkes için sözlükteki anlamı; kendi kalbinde, bedeninde, zihninde yarattığı doluluk ve boşluk bambaşkaydı. 


"Jülide, affet beni…" diye sızlandı. Jülide'nin affedeceğini biliyordu. Gülerdi, "Bak, ben sana ne derdim hep... Herşey insanlar için" derdi. Birisini kınamaya kalktığında, Jülide'nin "Unutma, başkası yapabiliyorsa bir gün sen de yapabilirsin." dediğini hatırladı."

Hande Altaylı'nın Aşka Şeytan Karışır kitabını şiddetle tavsiye ederim. Başına oturduğunuzda 3-4 saatte bitirebileceğiniz uzunlukta ve akıcı bir dile sahip olmakla birlikte o kadar doğru noktalara değiniyor ki kitaptaki Ömer'i ve Aslı'yı hepimiz tanıyoruz. Bir yerlerde tanışmıştık, belki de bizdik… 


"İnsanın kaçmak isteyip de koşamadığı rüyalar gibiydi. Büyülenmiş duruyordu. Onu hayatında ilk kez, bu gece gördüğüne yemin edebilirdi."

Umarım siz olmamışsınızdır. Çünkü insanın kalbi böyle atmamalı, böyle şeyler yapmamalı. Tamam kalbinin orada olduğunu hissetmek müthiş bir his! Biliyorum, lakin insan bu şekilde yaşayamaz.


"Mutluluğun tarifi bu olmalı diye düşündü; başka hiçbir yerde olmak istememek…"

Uzun lafın kısası roman okumayı vakit kaybı olarak görenlere ve ansiklopedi yutmayı tek gerçek sananlara selam olsun! İyi kalemlerden çıkmış, parçaları ve karakterleri zekice oluşturulmuş romanlar size hiç ummadığınız şeyler katar. Ve her yazının zihinlerimizde oluşturduğu algı, çıkardığı hisse farklıdır. 

Çıkardığınız güzel hisseleri kucaklayıp, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine tadında günler geçirmenizi dilerim, kahveniz bol köpüklü olsun. İyi okumalar...



26 Eylül 2014 Cuma

Yaşamın Ucuna Yolculuk

1943 yılında Kütahya'da dünyaya gelen, 1960'larda otostopla avrupayı gezen özgür kadın Tezer, ikinci romanı 1983'te almanca olarak Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla yayımlanmış, 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü kazandıktan sonra ise 1984 yılında kitabını Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla basmıştır.




Aşkları, evlilikleri, ilişkileri, fikirleri ile yaşadığı dönemin insanı değildi ve bence bazı şeyleri bugün bile hala bu kadar cesur ve dosdoğru ifade edebilmemiz mümkün değildir.

Genel kanının aksine Tezer Özlü intahar ederek değil göğüs kanseri nedeniyle 1986'da buralardan ebediyen gitmiştir. Kitapta altını defalarca çizdiğimiz, durup durup düşündüğümüz özgür cümlelerinin yer aldığı sayfalardan;

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. 

Her anı ölüdür. Şimdi sen de bir anısın. Sen de ölüsün.Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim.

Şimdi sen bir anısın. Tenin herhangi bir yerde sürdürecek yaşamını. Hiçbir sevginin ardından gidemem. Sevgi inandırıcı değildir. Düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. Düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir. Ne denli düşünülürse, o denli büyür. O denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. Gerçekleştirilemez. Soyutlaşır. Ve hiçbir zaman bitmez. Yaşam gibi. Ölüm gibi.

" Büyümenin yaşlanmak demek olduğunu bilmiyordum. Ölmeyi görmek, Mora nehrini yeniden görmek olduğunu.."

"Niçin dünyaya geldiğini bilmiyor musun? Anlatmalısınn, anlatmalısın, ayrıca acıkmalısın, susamalısın…sonun korkunç, sefil olmalı! Bunu bilmiyor musun? Bunu sana Pavese söylüyor."

Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka.

Ama hangi ülkede olursa olsun ortaçağ düşüncesinden sıyrılmış, bağımsız insana az rastlıyorum.

Yaşanacak bir yaşam vardır. Binilecek bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır. 

Birden ona herşeyini vermek istiyorsun. Çocukluğunu, yorgunluğunu ve bu seyahatin içine doğru aradığın sonsuzluğu. Tenini. Kendini.

Dünya nasıl olması gerekiyorsa, öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz. 

Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de.

Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla,hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte kullanmama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, birşey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.

Oysa ben tüm yaşamı gökyüzü altında bir tatil olarak görüyorum. 

Her gidiş, her yolculuk, kendi "benimin" bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir.





Dönüp dönüp tekrar okunası bu satırların müziği benim nedenini bilmediğim bir şekilde Tezer kadar içime dokunan bir ses...Bazen bir ses sarsalıyor insanı, bazen bir cümle, bazen ufacık bir an, anı... 

Sizin için özel olan, en içinize dokunan şeyler neler?
Siz de bu yazının altında benimle paylaşır mısınız? :)

Sevgiler...