15 Ocak 2015 Perşembe

Bakü



Bakü'ye olan seyahatimizi sınıra yakın olmamızdan kaynaklı Nahcivan üzerinden Azerbeijen Airlines ile 1 saat 20 dakikalık bir uçuşla gitmeyi planladık. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Saat 14:00'de planlanan uçuşumuz 21:00'da  gerçekleşerek rötar rekoru kırdı. Ayrıca 1 saat 45 dakika da bavul bekleme süremizi ve aramızdaki 2 saatlik zaman farkını da eklersek Bakü saatine göre gece yarısı 01:00'de otelimizdeydik. Neyse ki otelimiz beklediğimizin de üzerinde konforluydu ve tüm acılar son bulmuştu. Bu arada fotoğrafta gördüğünüz üzere Nahcivan'da çaylar hep böyle açık. Tadı bizim çayımızın yanına bile yanaşamaz. :)


Tarihi yapılar ve göğü delen aynalı binalar(evet onları hiç sevmiyorum) şehrin dokusunda avrupai, islami ve sovyet mimari eserleri hep bir arada bulunuyor.


Bu gösterişli bina başkanlık sarayı. Bakü'nün en işlek caddelerinden biri, bir an bile boş kalmıyor diye düşünüyorduk ki enteresan bir şeye tanık olduk. Taksiye bineceğimiz sırada 2-3 dakika içerisinde bütün yol bomboştu adeta korku filminde gibi. Hani arkanızı dönersiniz herşey yokolmuştur. Gözlerimize inanamadık yola bağlantısı olan tüm 2. ve 3. derece yollar da dahil olmak üzere en ufak bir kıpırtı yoktu. Sonrasında bir polis aracı geçti, bir tane daha iki tane daha 3 tane daha derken başkan ve korumalarının aracı 200 km hızla rüzgar gibi geçti. Bu tablo bize oldukça enteresan geldiği için kameraya aldık ve fotoğraf çektik. Başkanın geçişinden sonra polis yanımıza geldi; pasaportumuzu görmek  ve çektiğimiz şeyleri silmemizi istedi. Bu talep oldukça değişik geldiği için bir süre şaşkınlığımızı atamadık. 


Park Bulvar 


Şansımıza hava o kadar güzeldi ki İzmir'de bile kar yağarken biz baya D vitamini aldık :)


Yeşillerine, çiçeklerine ve kent mobilyalarına bayılmamak mümkün mü?


Kışın oldukça rüzgar alan bölgede zarar görebilecek tüm bitkileri koruma altına alan bir toplum düşünün! Görmesem ben de düşünemezdim, yalnız değilsiniz. :)


Çeşit çeşit her bir çiçeği, ağacı kokladık, sarıldık, poz verdik baya eğlendik dersem abartmam.



Kış mevsiminde kalabalık olmamasına rağmen temizlik görevlileri kent mobilyalarından tutun da deniz kenarındaki demirlere ve hatta banklara kadar her şeyi her gün siliyor. Yerler süpürülüyor ve temizleniyor. 


Alışık olmadığımız hatta benim geçen sene yaşadığım İtalya hayal kırıklığımdan sonra bu intizam ve özen epeyce şaşırttı. En çok turist alan Avrupa kentlerinden olan Roma'da sigara izmaritleri ve kırık dökük merdivenleri, su akıtan tavanlarından sonra Bakü'deki her istasyonunu değişik tasarlamış ve ışıklandırmış bir Asya kenti görmeyi beklemiyordum.


Bakü'nün tarihi merkezi olan Old Town - İçeri Şeher olarak adlandırılan bölge Kız Kalesi ve Şirvanşahlar sarayı ile UNESCO listesine girmiş Azerbaycan'daki ilk yer.






Üniversite Binası tarihi doku ve sokak ile iç içe bulunuyor.


Sahil şeridi oldukça uzun olduğu için her bölgede farklı peyzaj çalışmaları yapılmış.


Işık şehri olarak da adlandırılan Bakü Yenı yıl nedeni ile de ışık olayını abartmıştı. Tabii bu ışık olayının ülke çapında önemli olduğunu vurgulamakta da fayda var. Şöyle ki Azerbaycan ateş ülkesi anlamına geliyor, bu nedenle de pek çok yerde ateş figürüne rastlamak mümkün. Parıldamayan bir biz vardık sanırım :)


Haydar Aliyev Kültür Merkezi 20 bin kişilik caminin yerine ve modernleşmek adına önemli bir adım olarak görülen 101 bin m²'lik mimari üslubu ile Hazar Denizi'nin yükselişini yansıtıyor. 


Merkezin içerisinde konferans salonu, medya merkezi, müze, kütüphane, sanat galerileri, yapay göl ve göl kafetaryası da yer alıyor.





Hop on Hop off otobüslerin güzergahını ayaklarımız şişene kadar yürüyerek gezdiğimizi fark edince metro güzergahlarından beğendiklerimizi haritada işaretleyerek gezmeye başlayıp bu parkı keşfettik ve koşarak bir sürü fotoğraf çekildik :) (Bu arada toplu ulaşım oldukça ucuz herşeyin aksine :) 20 gapi sadece bir gidiş. Türk lirasına çevirirseniz 60 kuruşa denk geliyor ki tam mı öğrenci mi ayrımı da yok. Herkese ucuz. Rejim değişsin bazı şeyler kolay değişmiyor. :)


Bakü'ye giderken hiç bu kadar seveceğimi ve memnun ayrılacağımı düşünmemiştim. Denize kıyısı olmasının da bir etkisi var tabii. Konuştuklarını anlamanız her zaman kolay olmuyor. Anladıklarımız da çok eğlenceli bu nedenle yaşadığımız birkaç diyaloğu paylaşmak istiyorum.

- Bazaar Store nerede?
* Buradan düşün, kabaktan sola dönün. 
Yani diyor ki; buradan aşağıya inin, ileriden sola dönün. :))

- 2 tane çay alabilir miyiz?
* Çay olar, siz eyleşin.
Yani diyor ki; çay oluyor, bekleyin, oturun.. :)))


Aynı coğrafyanın insanıyız, kan çekiyor. :) Gördüğüm kadarı ile yöre insanını çok sevdim. Bir başka gezelim görelim yiyelim içelim hareketinde buluşmak üzere...Sevgiler...

8 Ocak 2015 Perşembe

Hiç Oruç Aruoba okumuş muydunuz?


"Eski felsefe yazarlarından kim kaldı?" diye sorsanız adı ilk anılacak, "Ne güzel düşünüyorsun yahu" deyip bazen şaşırıp, bazen ayıplayıp, bazen sırtını sıvazlayacağımız adamlardan. Kendisini böyle tanımladığımı duysa kızmazdı umarım. Çünkü bunlar hep sevgiden :) 
Az kelime ile çok şey anlatan, ardında koskoca soru işaretleri uyandıran insanlar sevilmez de ne yapılır?
Fazla sözü uzatmadan kitapta altını çizdiğim satırlara geçiyorum:

"İçimde bir yengeç var.
İçimdeki en kuytu kovukta yaşıyor olmalı; oradan seyrediyor herhalde her yaşadığımı. Ancak arada bir hissediyorum varlığını – ancak arada bir belli ediyor kendini. Ama biliyorum : hep orada...
... bana direnir çoğunlukla – dolambaçlı yollarla karışır yaptıklarıma, ket vurur. Bir yolunu bulup yaptıklarımı engeller; yapacaklarımı belirlemeğe çalışır.
Bunun temelinde benim ile uyum içinde olmaması yatsa gerek. Benim yaptıklarım aykırı geliyor olmalı ona.
Sanıyorum benden pek hoşnut değil.
En çok dayanamadığı da, benim, devinimsiz, eylemsiz kaldığım zamanlardaki hâlimdir – (gün olur, hiçbirşey yapmak gelmez içimden; ya da : hiçbirşey yapmak gelir – öyle, bir köşeye oturur, saatlerce, etrafıma bakınırım – seyrederim. Kafamdan binbir türlü imge, tasarım, düşünce –öylesine, gelişigüzel– geçip durur; zaman da geçer ya, öyle –?
aldırmam...), bu durumlarda, içimde, kocaman kıskacının çat–çatını, sert ayaklarının yan yan eşelenen öfkeli katırtısını duyarım. "Yürü git!", der bana; ama ben kalakalmış olurum. Dinlemem onu; belki, dinlemek elimden – içimden– gelmez."


Bil ki, ancak kendin, kendi kendine, hiçbir başkasının yönlendirmesi, öğüt ve salık vermesi olmaksızın, kendin olabildiğin zaman, kendin olabileceksin.


Oysa, düşlerimi gerçekten gerçekleştirmeye cesaretim olsaydı, beklemektense, işe girişip, en azından, başarısız da olsam, gerçek ve evet hakedilmiş bir yıkıma ulaşabilirdim: ya da korkaklığımı açıkça kabullenerek, gerçeklere boyun eğip, düşlerimi bir kenara atabilir: o zaman da, gene hakedilmiş bir lanetlenmeyi gerçekten yaşayabilir: sonunda da pısırık ve sessiz bir ölüm bulabilirdim.

İkisini de yapmadım.

Böylece ortada bıraktım kendimi..



Oysa, ulaşabilseydim, onun kovuğunda ne büyük bir hazine bulabilirdim: Yaşamımın bütün ülküleri, hayalleri, düşleri- değerleri-; (amaçlarım, ereklerim, hedeflerim), tertipli, düzenli, anlamlı bütünlükler içinde, orada- pırıl pırıl, hiç eskimeyen, yıpranmayan, geçip gitmeyen bengilikleri içinde...


Yaşadığın her an, her yaşadığın an, yaşar...

Benim için "anı" olan şeyler, onun için zamanın hiç yıpratmadığı "gerçek"ler...

Zamanın dışında sanki: Benim, diyelim, yirmibeş yıl önce yaşadığım birşey, onun için "şimdi-burada" olan birşey olarak varlığını -ve etkinliğini- sürdürüyor: yalnızca bir "anı" da olmuyor bu; kanlı-canlı bir gerçek, sanki...

Belki önemli olan, kavramlara boşverip, eylemlere bakmak -düşünülecek birşey değildir özgürlük; yapılacak birşeydir.


Şimdiden iyi okumalar, kahveniz bol köpüklü olsun. Sevgiler...