22 Ağustos 2014 Cuma

D A T Ç A

Tatilin huzur dolu 2.kısmından hepinize yeniden merhaba! 

Bodrum'dan yaklaşık 1.5 saat süren Feribot sefasından sonra Datça merkezdeki Aydeniz apart otelimize yerleştik. Odalar çok büyük olmasa da temiz, yeni ve deniz manzaralıydı. Günü kaçırmamak adına hemen otelimizin önündeki Kumluk Plajından kendimizi kızgın kumlardan serin sulara atıverdik. Yüzme yarışları yaptık,  yeni stiller keşfettik, kısacası çocukluğumuza geri döndük (sanki çok büyümüşüm gibi)




Akşam için siz Hüsnü'nün yerini tercih edin derim, biz yer bulamadıysak da  hayata küsmedik Emek Balık Restaurant'da denize karşı Rakı keyfi yaptık. Her içkinin yeri, zamanı ve insanı olduğunu düşünürüm. Herkesle her yere gidilmediği gibi her yerde her içki, herkesle içilmez. "Ne diyorsun Nil?" demeyin, düşünün, siz de hak vereceksiniz. Bence Datça'ya yakışan içki de rakıdır. Haliyle bu yazının müziği de rakı masasız gitmeyen çok sevdiğim bir şarkıdır. İsterseniz tam burada açın, devamında yazıyı okurken siz de bana katılın.




Sabah erkenden Palamutbükü'ne gitmek üzere yollara düştük. Dağları aştık ve denizin o muhteşem rengini gördük; insan Datça'ya aşık olur dedik mi dedik. Deniz insanıysanız, denize kıyısı olan bir yerde denizle iç içe yaşadıysanız mutluluğumu tarif etmek için kelimelere ihtiyacım yok demektir. Sonsuza varmadık belki ama bütün gün yüzdük, yüzdük, yüzdük…




Akşamın son güneşini kaçırmadan Eski Datça'ya vardık ve bir kaç fotoğraf çekilebildik :) Bademleri ile meşhur Datça'da her şey ama her şeyde bademe rastlamak mümkün; mezelerden, köftelere ve hatta magnetlere kadar. Datça Sofrası'nda hepsinden tattık. Mezeleri çok başarılı olmasa da genel anlamda yemekleri ve salatası iyiydi. Fiyat olarak da bölgeye göre gayet uygundu diyebiliriz.

                                       
            


Can Yücel Evi 'Eski Datça 



Çarşamba günü sabahtan yine yollara reva olduk, kahvaltı için Marmaris'e girdik. Şahin Tepesi Restaurant'da enfes manzaraya karşı tıka basa doyduktan sonra Fethiye'ye varana kadar birkaç yol hatırası da çekilmeyi ihmal etmedik, Bir sonraki durak macera dolu Fethiye'de görüşürüz :)







18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bodrum Bodrum

En karanlık kış günlerinde, işten başımızı kaldıramadığımız tüm anlarda hayalini kurduğumuz o tatil vakti geldiğinde içimizde bayram sevinci vardı dersek abartmış olmam. Edirne'den Ege sahillerine uzanan tatil kadar, planlaması da son derece keyifliydi, tatile 2 kala alışveriş için Edirne'nin altını üstüne getirmek de. Nihayetinde Edirne'ye gelenler bilir ki çok da zor değil bu minnak şehrin altını üstüne getirmek :)

Tüm otel rezervasyonlarımız için booking.com u tercih ettik, onun dışında gezip göreceğimiz yerler ile ilgili tüm sosyal ağlardan ve eşten dosttan yardım aldık. Tatilimizin ilk ve en coşkulu kısmı Bodrum ile başlıyoruz! 




Edirne'den Bodrum'a uzun bir araç seyahatinden sonra vardığımızda kendimizi otelden önce Bitez'de bulunan Beyaz Beach Club'a attık. İskeleden atlamayı sevenler, derin sularda yüzerim diyenler için denizi tertemiz ve kesinlikle tavsiye edilebilir ancak yemekleri ve frozen için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yine de Bodrum'da gidilebilecek en uygun( giriş: 60 TL) beach club olması da tercih sebeplerinden biri olabilir.



Yol yorgunluğuna denizi de ekleyerek Gümbet'de rezervasyon yaptığımız Club Alka Otel'e akşama doğru ulaştık. Deniz manzaralı, balkonlu ve temiz odamız, güler yüzlü personel ve uygun fiyatı ile kesinlikle tavsiye edebileceğim oteller listesinde yerini aldı. Cumartesi gecemiz Tekilacılar Sokağında Mexico Tekila'da (Kokteyller çok başarılı değildi malesef) başladı, Fink'de (Mojitosu kesinlikle harikaydı) son buldu. Zira sabaha karşı hala son bulmasaydı biz barda dans ederken yığılıp kalabilirdik :)





Pazar günümüzü güzel bir kahvaltıyla taçlandırarak Yalıkavak'da  Havva Ana'da tatilimizin en organik kahvaltısını ettik. Ev yapımı reçellerden, böreklere, ekmeğe, bahçe sebzelerinden sınırsız çay veren, önce gözü sonra mideyi doyuran bu zengin menüye 25 TL ödedik. Havva Ana da dünya tatlısı, doğal yurdum insanı. Bu mekan ile ilgili söyleyebileceğim tek olumsuz şey aracınız yoksa gitmeye çalışmayın.




Çocukken tok karna denize girilmez derdi annelerimiz ama biz tabii ki onları dinlemezdik ve yine dinlemedik. Bardakçı Koyu'na ışınlandık. :) Tertemiz suyu, kumsaldan denize girmeyi sevenler için ideal. Pazar gününden beklediğiniz huzuru ve sakinliği size fazlasıyla sağlıyor, öyle ki biz telefonları bile yanımıza almadık sadece denizi, güneşi ve kendimizi dinledik. İnsan tatilden başka ne bekler ki... 

Pazar Akşamı olduğunda Gümbet'de bir akşam geçirelim dedik çok da mantıklı bir karar vermediğimizi giyinip süslenip kendimizi sokaklara attıktan sonra anladık. Ama olsun tecrübe tecrübedir. 


Pazartesi benden büyük arabanın yarısını kaplayan valizlerim ile Datça'ya gitmek üzere otelimizden ayrıldık. Datça Feribotu için biletimizi aldık.(Araç 100 TL sürücü dışındaki yolcular için 15'er TL daha ödüyorsunuz) İskelenin yanında Tepecik Kafe'de soluklandık. Ancak kesinlikle tavsiye etmiyorum. Soluklanacak başka yerler bulun ve hatta bana da haber verin.

Tatilimizin Bodrum ayağı son buldu, Datça'da görüşmek üzere! :)




Sevgiler...

17 Ağustos 2014 Pazar

Doğum Günüm! :)

17 Ağustos 1987 yılının pazartesi günü sabah sularında aslan burcu olmakla yetinmeyip yükselen burcu da aslan olarak dünyaya gözlerimi açmışım. Tahmin edersiniz ki aslan burcunun tüm özelliklerini taşımaktayım!




Hayatımda hep çok önemli oldu doğum günlerim benim için. Her kutlamanın, mesajın, notların, hediyelerin, aramaların ayrı ayrı önemi oldu. Hiçbirisini unutmadım, hepsiyle ayrı ayrı mutlu oldum, sevildiğimi hissettim.


Doğum günlerime yeteri kadar önem vermeyen insanları hayatımdan yavaş yavaş uzaklaştırdım, gönül koydum. Ama her anımda yanımda olanları olamasalar da varlıkları ile yanımda hissettirenleri ayrı sevdim, ayrı değer verdim. "İyki doğdun" demek ne kolay oysa ama bunu hissettirebilmek ne zor. 


Bir sürü dilek diledim her kestiğim pastada (sanmayın ki tek pasta ile 1 yaşı uğurlayıp yenisine merhaba diyorum kutlamalar uzun sürer :) )


Bugün yanımda olan, yanımda olamayıp bana bir şekilde ulaşan tüm kutlamalara ayrı ayrı teşekkür ederim. Hoşgeldin 27! :)






13 Ağustos 2014 Çarşamba

Gelato, Pasta, Pizza

Artık hepiniz biliyorsunuz benim içimde minik bir kız çocuğu var sürekli "beni gezdir" diye hoplayıp zıplıyor. Meğersem sadece benim değil ailecek içimizde mini mini gezme sevdalısı çocuklar yatıyormuş, bunu da bu tatille anlamış olduk. Her şey THY'nın merabaaa avrupa uçuşlarında kampanya yaptık haydi uçsanıza mesajıyla başladı. 



Sömestr tatilinde kişi başı gidiş-geliş 500 TL'ye uçak biletlerimizi alarak planlamaya başladık. Bir sonraki aşamada Booking.com'da saatler süren otel aramamıza Quo Vadis 2'de karar kılarak son verdik. İnanılmaz temiz, Vatikan'da bulunan bu otel'in Pasquale diye dünya tatlısı bir ortağı var. Ayrıca otel, havaalanına shutter servis hizmeti de sunmakta. Fiyatları da Tek yön kişi başı 13.7 euro, gidiş dönüş 26.3 euro. Eğer ki bizim gibi 4 kişiyseniz 100 euro verdik o bavullarla ne işkence çektik ne de nerde incem nerden bincem derdine maruz kaldık. Çünkü tren fiyatları da çok farketmiyor ve bir sonraki aşamada size tavsiye edeceğim Roma Pass'da bu trenlerde geçerli olmuyor.

İlk gün tabii ki Vatikan'da gezdik. Kendimi bir romanda hissettiğim, bir kapının arkasından bambaşka bir dünyaya geçeceğimi hayal ettiğim oldu evet. Bir yanım hala çocuk ve ben masallara, büyülü hikayelere inanıyorum, hatta inanmakla kalmıyor pek çok heyecanlanıyorum.



Mumyaları görmeyi pek beklemiyordum bu ihtişamlı ve büyüleyici yerde. Çok ürkütücü değil mi? Mısır'a da gitmek şart. Nil'i görmeden ölecek değilim.


 El emeği göz nuru duvardan duvara halı resmetmişler.

Ben de Şeker Kız Candy merabaaaa :)

 Eski Kapılar...

Vatikan'a gidip de bu tavanın fotoğrafını çekmeyen kalmamıştır.

Efsane, büyüleyici.

Vatikan'da ihtişamıyla hepimizi kucaklayan St. Pietro 1600'lerin ortasında yapılan ve merkezinde 25.5 metre yüksekliğinde bir Mısır obeliski bulunan meydan katolikler için büyük önem taşıyormuş.

Poz vermemi yağmur engelleyecek değil :)

Neredeyse akşam olmak üzereydi çıktığımızda, hepimiz kurt gibi acıkmış olsak da turistik restoranların hiçbirine oturmak gibi bir niyetimiz yoktu. Zira hem çok pahalı hem de lezzetsiz gözüken menüleri ile bize pek cazip gelmediler. Biraz ara sokaklarda gezdikten sonra şirin mi şirin minnak butik bir pizzacı bulduk ve karidesliden kabaklı pizzaya kadar her çeşidini afiyetle mideye indirdik.
 (Tabii etli olanları benim dışımdaki herkes)


Pizzanın verdiği enerji ile durmak yok gezmeye devam dedik İspanyol Merdivenleri'nde aldık soluğu. Keşke almasaymışız. Akşamları inanılmaz tenha olan Roma sokaklarında gezip tozarken, her köşede fotoğraf çekilirken herşey güzeldi de metroda annemin cüzdanını ve tatil bütçemizin ciddi bir kısmını çaldırmasıyla gecemize kara bulutlar çöktü. Öncelikle şunu söylemeden geçemeyeceğim, Roma metrosu tam bir fiyasko. Tavanlarından sular damlıyor, her yer izmaritler ile dolu, bakımsız ve güvenlik görevlisi bulunmuyor. Cüzdanımızı çaldırdığımızı anlatacak insan bulana kadar yarım saat geçti. Polisi arayıp da 5 dk uzaklıktaki karakoldan gelmesi tam 1,5 saat sürdü. (Allah İtalyan polisinin eline düşürmesin. Çok yakışıklılar bayıldım ayıldım ama üzgünüm hepsi yalancı, baştan savma iş yapıyorlar.) Bütün gecemizi karakolda geçirmemiz hiçbir işe yaramadı, adamlar zahmet edip güvenlik kameralarını bile incelemediler. Kısacası İspanyol merdivenlerine çok çok dikkat edin ve alışveriş de yapacak olsanız asla nakit paranızı tek parça cüzdanınıza koymayın. Çantanızda ve üzerinizdeki giysi ceplerinde de bölüştürün. 


Bir önceki akşamın yorgunluğunu, üzüntüsünü ancak Collesiumda atarız haydi Gladyatörler sahaya dedik attık kendimizi. Yazının başında bahsettiğim 25 euroya alabileceğiniz Roma Pass bütün otobüs ve metro güzergahlarında kurtarıcınız olmasının yanı sıra 2 müze girişinin bedava olması ve birini collesiumda kullanabilmeniz nedeni ile onu efsanevi kılıyor :) Çünkü Collesium'a normal bilet alarak girmek isteyenler, mütemadiyen önünde kuyruk olan gişeye ulaşabilmek için 1 saate yakın bekliyorlar.




Bir sonraki durak bizim aşk çeşmesi olarak bildiğimiz Fontana Di Trevi'ye otobüsle ulaştık. Yine karış karış gezip minnak bir restoran bulup, lezzetine doyulmaz soslu makarna yiyerek enerji depoladık ve aşk çeşmesi etrafında 374945347340 tane fotoğraf çekildik :))

Sağ elimizle sol omuz üzerinden atıyoruz ki parayı dileklerimiz kabul olsun, adet böyleymiş. 


Hergün farklı bir dondurmacıda kışa rağmen bolca dondurma yedik. Çünkü İtalya'da gerçekten dondurma yemenin mevsimi yoktu ve tiramisulu harikaydı. :) 

Bir sonraki gün Floransaya hızlı trenler (mevsime, güne ve saatlere göre değişiklik gösteren tren biletleri 20 euro ile 40 euro arasında değişiyordu) ile yola koyulduk. Orada hiç durmadan bir trene (12 euro) daha bindik ve Pisa'ya ulaştık. Bizden beklenen pozları verdik, gezdik ve yine trenle Floransa'ya geri döndük. 


Açık Hava müzesi olarak adlandırılan bu kenti Roma kadar sevmedim, sevemedim dersem umarım bana kızmazsınız. 5 gün süren İtalya serüvenimiz güzeldi, hoştu lakin ne zaman memleketimden uzaklaşsam başka bir yerde yaşayamayacağım hissine kapılıyorum. 
Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi geri döneceğimi bildiğim sürece seviyorum. Ne kadar özgür ruhlara sahip olsak da "ait olmak" bir yerlerde içimize fena işlemiş olmalı. En azından benim için öyle sanırım. 


Başka bir tatilde görüşmek üzere sevgiler…

arrivederci :)






13 Temmuz 2014 Pazar

Happy Weekend!



Hangimiz için haftasonları mutluluk kaynağı değil ki? 2 seneyi devirdiğim 3. yılımı kutladığım Edirne'ye de alıştım. Ama yine de gurbette yalnızlık zor, dostlar iyi ki var! Yeri gelmişken fotoğraflar için Berker'e sonsuz teşekkürler. Bu gördüğünüz kareleri çekmek için trakyanin meşhur çeltik sineklerinin saldırısına uğradıysak da ne O fotoğraf çekmekten vazgeçti ne de ben poz vermekten, ışığımıza sağlık :)


Bu muhteşem sinekleri bol doğa harikası Edirne - Karaağaç. Tarihi ile ilgili çok kısa bilgi vermek istiyorum sıkılmazsanız :)

"1915'te Bulgaristan'ı kendi yanında savaşa sokmak için Almanya'nın yaptığı şiddetli baskı yüzünden, Karaağaç, Meriç batısındaki tüm Türk topraklarıyla birlikte Edirne'den ayrıldı. Ancak 1923 yılında Lozan Anlaşmasıyla geri alınabildi. Bugün bu anlaşmayı simgeleyen anıtıyla, tarihi Tren İstasyonu ve yine tarihi Trakya Üniversitesi Rektörlük binasıyla Edirne'nin en güzel ve şirin semtlerindendir.Edirne'ye dört kilometrelik doğa ve tarih yoluyla bağlanan Karaağaç Mahallesi, bir yaklaşıma göre Antik Orestia şehri üzerine kurulmuş olup; adını burada bir zamanlar varolan Karaağaç ormanlarından almıştır."
Koskoca bir imparatorluğa 92 yıl başkentlik yapmış; tarihi, çeltiği, badem ezmesi, tava ciğeri ve Meriç Nehri ile nev'i şahsına münhasır bu güzel şehir ile ilgili daha çok okumak isterseniz buraya ve buraya bakabilirsiniz. Şehir plancısı olduğumu artık hepiniz biliyorsunuz, okuldayken çok sevdiğim bir hocam şöyle derdi: "bir şehri koklamadan asla yaşamış sayılmazsınız." Tez zamanda buralara da bekleriz. :) 


Sınırda yaşamanın şöyle bir güzelliği var: Size bu kadar yakın bir kültürün "ben sınırı çizdim, orası senin burası benim toprağım, hadi bakalım anlaştık." demekle kültürleri, alışkanlıkları, akrabalıkları bitiremediğine gözlerinizle şahit olmanız. Bazen o kadar basit şeyleri göz ardı ediyor, unutuyoruz ki hatırlamak için söylemek gerekiyor. Bu yazının şarkısı da yine bu toprakların ezgilerinden geliyor.

Keyifli Dinlemeler..




Bluz: Mango
Etek: Tally Weijl
Ayakkabı: İnci
Çanta: İzmir'den bir butikten
Gözlük: H&M
Saat: Guess
Kolye ve Bileklik: Accessorize

5 Temmuz 2014 Cumartesi

If a city had a uniform, it would have to be jeans!



Yazın hafta sonuna en çok uçuş uçuş elbiseler, mini etekler yakışır diyebilirsiniz. Ancak Temmuz olmuş hala fırtına, yağmur.. Doğa ana bizimle dalga geçiyor "Sen misin insanoğlu ağacımı, dalımı hunharca kesen gökdelenler diken.." diye. İşte böyle zamanlarda en büyük kurtarıcımız biricik jeanlerimize sıkı sıkı sarılalım. Hele bir de sezonun vazgeçilmezi crop tshirtlerle kombin yaptık mı kendilerine bayılırım ayılamam :)

 


 Hafta içi yaşadığımız onca sorun, iş stresi, koşturmaca, yorgunluk sıyrılın gitsin. Bakın ben ne rahatım yeşillerin arasında, ne güzel poz veriyorum biricik kardeşime, evimde ne mutluyum!  :)



Bu yazının müziği Friends'de de geçen Bangles - Walk like an Egyptian

Burada olduğunuz için teşekkürler.



Tshirt: Sateen, Jeans: Edirne minnak bir butikten, Çanta: Lc Waikiki Ayakkabı: Lacoste, Saat: Lacoste

30 Haziran 2014 Pazartesi

Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir!

Yazarını hiç görmemiş olsam bile bu kadar güzel ismi olan kitabı elime alıp kurcalamamam mümkün değil.. 



"Ben hayatı, yaşamak için değil, matem içinde sonsuz bekleyişe göre düzenlenmiş Acem ülkesinde nafile zamanlar bekledim... Severek ve ümit ederek... Bize çok benzeyen, bir uçtan diğerine savrulan kültürleri içinde hiç yabancılık çekmedim. Bize hiç benzemeyen toplumsal bezginliklerine yabancı kaldım. Büyük bir coşku ile gittiğim ülkeden derin bir hayal kırıklığı ile ayrıldım. Kolayca halledilebilecek, insana dair nice sorunun Kafdağının arkasına gömülmesini, sosyal özgürlüklerin beş para değeri olmamasını hüzünle izledim."
Okuduğunuz bu kitap kimseyi öfkelendirmek için yazılmadı. Kendi çaresizlikleri ile yola çıkmış genç bir insani yardım görevlisinin, görev yaptığı ülkenin çaresizlikleri ile baş etme hikâyesinin unutulmaması için yazıldı. Daha iyi yaşamak için daha kötüsünü inşa etmiş olanların pişmanlıklarını hatırlamak için yazıldı. Nereye giderse gökyüzünün sahibi olduğuna inanan kederli sürgünleri anmak için yazıldı. Ve İnsanlığın büyük macerasına kendi küçük tecrübesi ile eklendi. 

Hayatın her anında bir güzellik arayan, üzgünken bile gözyaşlarımı içime akıtarak gülümseyen bir yapım var. (Tamam itiraf ediyorum arada dışarı da akıyorlar :) ) Haliyle negatif enerjiye, olumsuz düşüncelere ve herhangi bir şeyi sürekli yapamayacağını düşünen, kendi duvarlarından kurtulamayan insanlara tahammülüm yok.

Enerjime enerji katan insanlar, başımın üstünde yeriniz var! Lakin mutsuzluk ve kargaşa üzerine kurulu bir hayatı seçenler benden uzak dursunlar. Sonuçta yaşadığımız her kargaşada kaos kuramının temel önermelerini tekrar etmeliyiz içten içten.. Kitaba geçmeden NilFm'den mutluluğun sırlarını açıklıyorum; hazır mısınız? :)

Düzen düzensizlikten doğar.
Düzensizliğin içinde de düzen vardır.
Hayata dair her şey lineer olmayan bir sistem üzerinde yürür ve tüm parametreler bilinemez. Yapılan her hesap sadece doğruya yaklaşır, asla doğru olamaz.

İşte bu yüzden herşeye rağmen gülümseyen insanların kıymetini bilelim ve daha çok okuyalım! :) Ve artık biliyorsunuz ki lügatında pes etmek olmayan güçlü kadınlara bayılırım, hayran kalırım ve gıpta ederim. Gelelim Şafak Pavey'e ve bir solukta okuduğum "Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir" kitabına. 

Pavey okumak için gittiği İsviçre'de tren kazası sonucu bir kolunu ve bir bacağını kaybediyor. Asla pes etmiyor, tedavi sürecinin her türlü zorluğuna göğüs geriyor ve yaşama son sürat devam ediyor. Uzun yıllar Birleşmiş Milletler'de çalışıyor. Orada çalıştığı sırada çok merak ettiği, uzun soluklu yaşamı deneyimlemek istediği İran'a Birleşmiş Milletler'in sözcüsü olarak gidiyor. Engelli bir insan, bir kadın olarak İran'da yaşadığı iki seneyi gözlem yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu göstererek anlatıyor.

Din kisvesi altında insanlık dışı uygulamalarla ezilen ve baskı gören halkın ülkesi İran. Bir önceki kitap yazım da İran üzerineydi bu ara böyle gidiyorsa demek. Yoksa hala okumadınız mıııııı? Hadi o zaman tık tık :) 


En sevdiğim satırlar;

Rahnavard'ın, İran'da değişim isteyenler için kadın erkek eşitliğini simgeleyen şu sözleri ünlenmişti: "Kadın ve erkek bir kuşun iki kanadı gibidir…Eğer kuşun bir kanadı kırıksa, uçamaz…" Batı'dan birçok insana basit gelebilecek ama İranlılara eşitlik konusunda ilham veren bu sözlerin söylendiği sene 2009'du! ( Sayfa 23 )

Cafer Panahi bile ilham alarak film yapmıştı Offside diye. Filmde maç seyredebilmek için erkek kılığına giren bir grup futbol taraftarı genç kızın öyküsü anlatılıyordu. Filmin İran'da gösterilmesine ise izin verilmedi ama düşük profilde kalması, göze batmaması istendiyse de film uluslararası alanda yayıldı ve bir simge oldu. Cafer Panahi ise uydurma gerekçelerle hapsedildiği, Tahran'ın, işkence ekibiyle ünlü Evin cezaevinde hayatına devam ediyor; insan hakları savunucularının bütün uğraşlarına rağmen"  ( Sayfa 54 )

Gece uyuyamıyorum; uyumayı başarınca da sıkıntıdan uyanıyorum. Yine böyle sabahlardan birinde ofiste çalışan bir İranlı arkadaşımın odasına daldım. Zikir çektiğini bildiğim için, "Bana, rahatlamak için bir zikir öğretir misin?" diye soruverdim. Bir an için korkuyla karışık garip bir tereddüt gözlerini yaladı geçti. Neden sonra yerinden kalkıp kapıyı dikkatlice kapattı. İran da devletin bilgisi dışındaki tarikatlara katılmak büyük risktir. Müslümanlar genellikle İslam devletlerinde inançlarını özgürce yaşadıkları gibi bir pembe hayale sığınırlar. Ama işin aslı İran'da Hristiyan olmak bütün risklere rağmen, bir İslam mezhebinin müridi olmaktan çok daha güvenlidir." ( Sayfa 96)

Bize kendi topraklarından Mevlana'yı hediye etmiş engin Fars medeniyetinden; kültürümüze şiirleri, düşünceleriyle, Meslevi felsefesiyle inanılmaz bir katkıda bulunmuş Celalettin Rumi'den kendi gerçek evinde en küçük bir iz yoktu. Tarihlerinden silinivermişti sanki! Sadece cılız bir sesle şair olduğu söyleniyordu. Bizim için o kadar önemli bir düşünür, dini tekrar rafine etmeyi becerebilmiş ender feylesoflardan biri, doğduğu topraklarda bir hiçti. (Sayfa 98 )

Biz Türkler çabuk ve pratik düşünür, hızlı hareket ederiz. Senin hızına ve enerjine İranlıların çoğu uyamaz diye düşünüyorum. Yavaştan almayı severler, başka türlüsünü de beceremezler zaten. Diğer yandan, vicdana da sakın güvenme. Oynayacağın son yer olsun hatta. İranlılar çok diktir, onurludur. Yere düşse de ağlamaz, ağlayanı da sevmez. Sen bakma o Şiilik'ten gelen ağlama, yas geleneğine … Onların hepsi tiyatrodur. Ağıt yakmak kültüründe var Perslerin… Onlar savaşçıdır, ağır kanlarına bakıp sakın aldanma. Unutma, devrim gönüllüleri, Şah'ı devirip, cumhuriyete geçiş yaptıktan sonra devrimi omuz omuza kazandıkları komünist yoldaşlarına ve İslamcı sisteme ayak uydurmak istemeyenlere, ailelerinden ölen var idiyse, cesetlerini, vücutlarındaki kurşun sayısına göre para karşılığı teslim etti. ( Sayfa 154)

Kitabın daha pek çok satır arasında "yok artııııık",  "ama bu insanlık dışııııı",  "bu da olur muymuşşşş", "böylesi bir kısıtlılık halini düşünemezdim bileeee" nidalarını sık sık tekrar ediyorsunuz.  Aslında sahip olduğumuz özgürlüğün(!) farkına varabilmek ve sonuna kadar onu koruyabilmek adına hepinize şiddetle tavsiye ediyorum. 

Bu yazının da müzikleri enstrümantal : 

Farid Farjad 

ve Perviz Müşkatiyan


İyi okumalar, dinlemeler...
Keyfiniz bol, kahveniz köpüklü, neşeniz daim olsun...
Burada olduğunuz için teşekkürler :)