Moda artık ucu bucağı olmayan bir deniz! Deriler ile trikolar, payetli etekler ile sweatshirtler ve daha pek çok zıt parça birbiri ile kombinlenebiliyor. Bu da hayal gücümüzü arttırırken gardırobumuzu daha verimli kullanır hale getiriyor. Öylece dolapta duran, sadece birkaç parça ile kombinlenebilen giysilere son. Özgür ve özgün ol! Giy gitsin! (Tabii yine de durumu fazla abartmayalım :) laf aramızda bazılarını görüp gözlerimi belerttiğim de oluyor.)
Geçen sezondan beri aradığım deri eteği Zara'da buldum ve tam da istediğim gibi vamp olmadan şık ama şirin bir tarz yakalamaya çalıştım. Deri giymek oldukça riskli bir seçimdir ki yanlış birkaç detayla basit görünmek çok zor değildir. Bu nedenle benim gibi bir tarz yakalamak istiyorsanız topuklulardan ve dekolteli bluzlardan uzak durun derim. Her parçanın her kadında duruşu da farklıdır muhakkak. Bazıları kapkapalı giyindiği halde çırılçıplakmış etkisi yaratırken bazısı daha açık bir giysiyle çok daha usturuplu görünebilir. Bu sizin giydiğiniz kumaş parçasının büyüklüğünden ziyade tavrınız ve tarzınız ile doğru orantılıdır.
Ailecek hayatımızda yaptığımız en iyi şeydi sanırım Bornova'nın merkezinden Sasalı'ya taşınmak. Artık yaşa mı bağlarsınız, yaşanmışlığa mı bağlarsınız bilemeyeceğim zira ben de neye bağlayacağımı bilmiyorum. Arada bir sinirleniyorum ama onun dışında doğa ile iç içe yaşamaktan oldukça bahtiyarım. :)
Sasalı'da ulaşım oldukça zor, sinekleri bol ve kurutulmamış bataklıkları var. Ancak tertemiz havanız, yeşil bahçeniz ve gerçekten organik sebzeler yiyebilme lüksünüz de var.
Neler mi yok? Otopark sıkıntısı! Evin 1 km uzağına parkedip yürüme sorunu, komşularla park kavgasına tutuşma ya da evin yakınına park edebilmek içinarabanın içinde 45 dk yer boşalmasını beklemek gibi şeyler... Büyükşehirlerin kemikleşmiş, kıstırılmış binalarının olduğu dar sokaklardan uzaklaşmak için bu bile başlı başına bir sebep.
Gecenin 3'nde içip içip ramazan davulcusu gibi sokaklarda nara atan gençlerden kurtulmak da oldukça iyi bir sebep. Hiç mi genç olmadın demeyin yahu kimsenin kapısına, bacasına dayanmadık gece yarıları. Efendi gibi içtik, velhasıl şimdiki gençlik nereye gidiyora bağlamayacağım korkmayın canıııııım :)
Sasalı'nın doğası, havası ve sakinliği bize çok iyi geldi. Domatesi, biberi, yeşilliği arka bahçende yetiştirip, ön bahçende güneşlenmek gibi keyifleri olmalı insanın bu hayatta. Evinde bolca vakit geçiren benim gibi biri için bunlar nasıl mükemmel bilemezsiniz. Siz de deneyin. Seveceksiniz diyorum, uyarıyorum.
Bayram, ailedir. Hoş sohbetler, aile büyüklerinin unutulmaz anıları, tatlı yemeğe ve kahve içmeye doymak, harçlık alan çocuk mutluluğudur. Bayram, gelenek ve göreneklerini kaybetmiş büyükşehirlerlilerin bile ufacık kırıntılarını içinde bulduğu aile ziyaretleridir. Kaç yaşında olursan ol, maaile toplandığın evde hep çocuk hissetmek, kolonya tutmaktır.
Boşverin bayramlarda büyük seyahatler planlamayı, yeni yerler görmek yerine birbirinizin yüzünü görün. Facebook'dan, Twitter veya İnstagram'dan değil, can cana kan kana sohbet edin, sesli kahkahalar ve çocuk ağlamaları ile dolun taşın.
İnsan ailesi ile büyük ve güzel. Ailesi ile kıymetli.
Sanki bahar gibi her yer bazen… Bahar gibi hissetmemizi sağlayan insanların kıymetini bilmek gerek. Çok sevdiğim, defalarca dinlemekten sıkılmadığım bu şarkı eşlik etti bana yazı boyunca. Hakkını yemek istemedim, bağlayıverdim.
Çin'in geleneksel Kimonosunu şekilden şekle, renkten renge sokup yazın gündüz kumsalda, gece de şık bir elbiseyle sırtımıza geçirmekle yetinmeyip; sonbaharda püsküller ve boncuklar işleyerek her zaman kullanılabilecek kurtarıcı parçamız haline getirdik. Fena da etmedik.
Yeşil yapraklı, yüksek ökçeli ayakkabılarım ise Ataköy'den aldığım ve çok rahatlıkla üzerinde koşabildiğim "topuklu ama rahat" statüsündeki hepimizin hayalini süsleyen pabuçlardan.
Tam bahar gibi, bahar sabahları gibi. Güneşten alıyorsanız enerjinizi ve benim gibi gündüz insanıysanız bence bu yazı tam bizlik oldu. O nedenle fotoğrafı da biraz bol oldu. :)
Hangimiz için haftasonları mutluluk kaynağı değil ki? 2 seneyi devirdiğim 3. yılımı kutladığım Edirne'ye de alıştım. Ama yine de gurbette yalnızlık zor, dostlar iyi ki var! Yeri gelmişken fotoğraflar için Berker'e sonsuz teşekkürler. Bu gördüğünüz kareleri çekmek için trakyanin meşhur çeltik sineklerinin saldırısına uğradıysak da ne O fotoğraf çekmekten vazgeçti ne de ben poz vermekten, ışığımıza sağlık :)
Bu muhteşem sinekleri bol doğa harikası Edirne - Karaağaç. Tarihi ile ilgili çok kısa bilgi vermek istiyorum sıkılmazsanız :)
"1915'te Bulgaristan'ı kendi yanında savaşa sokmak için Almanya'nın yaptığı şiddetli baskı yüzünden, Karaağaç, Meriç batısındaki tüm Türk topraklarıyla birlikte Edirne'den ayrıldı. Ancak 1923 yılında Lozan Anlaşmasıyla geri alınabildi. Bugün bu anlaşmayı simgeleyen anıtıyla, tarihi Tren İstasyonu ve yine tarihi Trakya Üniversitesi Rektörlük binasıyla Edirne'nin en güzel ve şirin semtlerindendir.Edirne'ye dört kilometrelik doğa ve tarih yoluyla bağlanan Karaağaç Mahallesi, bir yaklaşıma göre Antik Orestia şehri üzerine kurulmuş olup; adını burada bir zamanlar varolan Karaağaç ormanlarından almıştır."
Koskoca bir imparatorluğa 92 yıl başkentlik yapmış; tarihi, çeltiği, badem ezmesi, tava ciğeri ve Meriç Nehri ile nev'i şahsına münhasır bu güzel şehir ile ilgili daha çok okumak isterseniz buraya ve buraya bakabilirsiniz. Şehir plancısı olduğumu artık hepiniz biliyorsunuz, okuldayken çok sevdiğim bir hocam şöyle derdi: "bir şehri koklamadan asla yaşamış sayılmazsınız." Tez zamanda buralara da bekleriz. :)
Sınırda yaşamanın şöyle bir güzelliği var: Size bu kadar yakın bir kültürün "ben sınırı çizdim, orası senin burası benim toprağım, hadi bakalım anlaştık." demekle kültürleri, alışkanlıkları, akrabalıkları bitiremediğine gözlerinizle şahit olmanız. Bazen o kadar basit şeyleri göz ardı ediyor, unutuyoruz ki hatırlamak için söylemek gerekiyor. Bu yazının şarkısı da yine bu toprakların ezgilerinden geliyor.
Hepimizin hayatında yıllar yılı sürdürdüğü,zaman zaman çok kızıp her zaman çok sevdiği, içinden geleni geldiği gibi söylediği sonra da hiçbir şey yokmuş gibi "bir alışverişe mi gitsek" dediği bir dostu vardır!
Yoksa yazıklar olsun size. Kimle dedikodu yapıyorsunuz :)
Biraz parlamış olabiliriz ama biz zaten ışıl ışılız canımmm :)
İşte benim böyle bir handişkom var ki 2 günlüğüne Edirne'den kalkar giderim İzmir'ime ablasının oğlunun sünnet düğünü için, ki bu da benim ilk stil postum olur. Bir sürü kombin yapıp hiçbirini fotoğraflayamadığım için çok üzgünüm. Ama üstün yetenekli fotoğrafçı arkadaşımı ikna edip tez zamanda birbirinden güzel kombinler ve pek çok fotoğrafla burada olacağım.( Bu postu ona tabii ki okutacağım :) )
Hanım Hanımcık pozumu vereyim;
Sonra şımarabilirim :)
:)
Bu ayakkabılarla aşk yaşadığım doğrudur...
Sünnet Düğünü tabii ki arka planda görmüş olduğunuz yerde olmadı bunlar zıplayıp hoplayıp kendimizi kaybetmeden önce Sasalı'da caaaanım evimizin bahçesinde sevgiyle çekilmiş kareler.
Buradan annişkoma teşekkürler.
Sünnet Düğünü Saime Sultan Yalısındaydı. Herşey sünnet annemiz tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş; masalardan yemeklere, tatlılardan müziklere kadar hepsi ama hepsi enfesti.
Bu paragrafa "maşallah" deyip başlıyoruz hep birlikte :) Sünnet çocuklarını ısırmak, yemek, oiiiii diye sıkıştırmak isteyebilirsiniz şimdiden uyarıyorum. Smokinleri de annelerinin tasarımı. Hale Kemeraltı'ndan aldığı smokinlerin pantalon paçalarını kesip saten kumaş dikerek bu enfes tabloyu karşımıza sunduğunda hepimizin içi gitti. Yakında ben de dikiş nakışa başlayacağım ve kesinlikle ilham perim Hale! Takipte kalın neler dikeceğim neler. Kalıp çıkarmaya başladım :)
Hale'yi ve Lale'yi de paylaşmadan postu vallaha bitirmem. Ailecek güzeller :)
Bu postun müziği de onca yoldan ve uykusuzluktan sonra Külkedisinden Cindrella'ya dönmemin şerefine gelsin ve tabii ki kızlar Allah hepimize böyle elinde ayakkabı kapı kapı bizi arayan aşık bir prens nasip etsin :)
Sevgiler... Burada olduğunuz için teşekkürler...
Halenin Elbisesi: Kırmızı - Ertan Kayıtken Lalenin Elbisesi: Siyah -Vakko Handişkomun Elbisesi: Alfa Beta; Benim Elbisem: 3. silahşörümüz sarı japonum Deniz'imin Los Angeles'tan hediyesi (İnsanın böyle dostu olsun 1943584950 milyar borcu olsun :P), Ayakkabılar: Sarar (Eski Sezon), Çanta: Watsons'tan aldığım makyaj ürünlerinin hediyesiydi. (Böyle hediyeleri hep istiyoruz burdan duyurulur :) ) ; Takılar: İzmir - Bornova'dan gümüş-zümrüt satan enfes bir dükkandan almıştım. Ne karardı ne birşey oh mis gibi takıyorum. Saat: Gaziantep Çarşı