24 Kasım 2014 Pazartesi

Little Leather Skirts




Moda artık ucu bucağı olmayan bir deniz! Deriler ile trikolar, payetli etekler ile sweatshirtler ve daha pek çok zıt parça birbiri ile kombinlenebiliyor. Bu da hayal gücümüzü arttırırken gardırobumuzu daha verimli kullanır hale getiriyor. Öylece dolapta duran, sadece birkaç parça  ile kombinlenebilen giysilere son. Özgür ve özgün ol! Giy gitsin! (Tabii yine de durumu fazla abartmayalım :) laf aramızda bazılarını görüp gözlerimi belerttiğim de oluyor.)



Geçen sezondan beri aradığım deri eteği Zara'da buldum ve tam da istediğim gibi vamp olmadan  şık ama şirin bir tarz yakalamaya çalıştım. Deri giymek oldukça riskli bir seçimdir ki yanlış birkaç detayla basit görünmek çok zor değildir. Bu nedenle benim gibi bir tarz yakalamak istiyorsanız topuklulardan ve dekolteli bluzlardan uzak durun derim. Her parçanın her kadında duruşu da farklıdır muhakkak. Bazıları kapkapalı giyindiği halde çırılçıplakmış etkisi yaratırken bazısı daha açık bir giysiyle çok daha usturuplu görünebilir. Bu sizin giydiğiniz kumaş parçasının büyüklüğünden ziyade tavrınız ve tarzınız ile doğru orantılıdır. 



Müsterih olun, arkanıza yaslanın, beni anladığınızı biliyorum. 



Çünkü parayla mutluluk olur mu bilmem ama asalet kesinlikle olmuyor! :)
Sevgiler...



Gömlek: Mango
Yelek: Lc Waikiki
Etek: Zara
Çanta: Mango
Bot: Flo
Yüzük: Gümüş Dünyası
Saat: Guess

21 Kasım 2014 Cuma

Büyükada'da

Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu

Büyükada; yazın güzel, sonbahar mevsiminin renk skalasında ayrı güzeldi!


Bostancı'dan şehir hatları ile birlikte yarım saatte Büyükada'da olabiliyorsunuz. Eğer hala gitmediyseniz mini bir gezi planlamakta gecikmeyin derim. Adaya yıllar evvel gittiğimde çift kişilik bisikletin arka koltuğuna yerleşerek oldukça konforlu bir şekilde gezmiştim. 


Ancak yokuş aşağı çılgınlar gibi kullanan bizim gibi başkaları da olmuş olmalı ki çift kişilik bisikletler ve bunun yanı sıra üç tekerlikli olanlar yasaklanmış. Artık herkes tek başına bisiklet sürmek durumunda. :( Benim gibi bisiklet kullanmayı bilmeyenler ise faytonu veya tabanvayı tercih ediyor. 




Çok yorulacaksınız, nefessiz kalacaksınız ama oraya kadar gitmişken Aya Yorgi Kilisesine tırmanmadan Büyükada'dan ayrılmayın derim. Bu meşakkatli yolun sonunda, harika bir manzara ve oldukça uygun fiyatlara sahip menüsü ile hem gözümüzü hem de midemizi doyuran Yücetepe Kır Gazinosu var. 


Ayıptır söylemesi biz rakı masasını da rakı masası muhabbetini de çok severiz. Ne düşünürsünüz bilemem ama rakı benim için özeldir. Herkesle, her yerde, her muhabbetle içilecek içki değildir. Siz de benim gibi seçici bir insansanız, muhabbetine yakışan dostlarınızla mutlaka bulunmanız gereken bir mekan Büyükada. Bana göre tek eksiği müziği. Neyse ki muhabbeti ile başka hiçbir şey aratmayan, peşlerinden hesapsızca kilometreler gidebileceğim dostlarım var. Afiyet olsun, başınızda bir büyük mutlaka olsun! :)



Sevgiler...


11 Kasım 2014 Salı

Kısa kazak, Yüksek Bel Aşkına ❤

Kısa kazaklar, uzun geceler hoop kış geldi ama #göbeklerfora modası bitmedi! Bu sezon kısa kazakları yüksek belli pantolon ve eteklerle giymek fikrine bayıldımmm.   ♫ ♪♫♪ ♫


Kendimi biraz daha çıtır, biraz daha bıcırık hissettirmesi de hoşuma gidiyor sanırım :) Hafta içinde giydiğim tek çizgi pantolonların, jilet gibi duran eteklerin ve ütülü yakaların resmiyetinden sevdiğim giysilerin enerjisine hafta sonu koşarak gittim.


Açık mavi, dolgu topuk rahat mı rahat pabuçlarımı da modası hiç geçmeyen monokrom kombine ekleyiverdim. Yaşasın hafta sonu özgürlüğü! 


Haftayı ortalamış olmanın verdiği mutlulukla hepinize musmutlu enerji gönderiyorum. :)

Sevgiler...



Pantolon: ZARA
Kazak: F&F
Ayakkabı: Deichmann
Çanta: Nine West



7 Kasım 2014 Cuma

Dünya Şehircilik Günü!

Şehir Plancısı kimdir?

 ♫ ♪♫♪ ♫  Büyüyünce Şehir Olur Köyler...

Köklü bir tarihi olmasına karşın gerek bürokratik engeller gerek içinden çıkılamaz, nefes alınamaz hale gelmiş şehirler mesleğimizi yapmamızı engellese de biz inatla bilmeyen herkese anlatmaya çalışıyoruz. Amcamızı-halamızı-dedemizi geçtik, okumuş etmiş meslek sahibi olmuş insanların bile  "-Tam olarak ne planlıyorsunuz? Siz şimdi ne iş yapıyorsunuz, çevre mühendisi misiniz?" diye sorduğu mesleğime şahsen ben tapıyorum. 


Biz plancılar için önem arz eden haftaya bir nebze sizi de ortak ederek neler yaptığımızı kısaca anlatmak istiyorum. Ne kadar bilinçlendirirsek gelecek nesillere sağlıklı kentler bırakmak adına minicik de olsa adım atılmış varsayıyorum bir umutla.
Üniversitenin ilk dersi değildi ama benim unutamadığım ilk dersimdi. Söylediği her kitabı koşarak alan, derslerinde sayfalarca not tutup mutlak ve mutlak yüksek notlar alan bir öğrenciydim. Herkesin hayatında vardır ona yepyeni kapılar açan, ufkunu zenginleştirirken ruhuna iyi gelen yol göstericiler. 
Emel Hocam "Aranızda mimarlık tercihi yapmadan planlamayı tercih eden kimler?" diye sormuştu. Ne gereksiz bir soru, ne saçma diye düşünmüştüm sınıftan kalkan parmakları görmeden önce. Sonrasında ise dehşete kapılarak izledim, koskoca sınıfta mimarlık yazmayan 3-5 kişi olduğumuzu. Plancı olmak isteyen topluluk ile ilgili sanırım buradan bir çıkarım yapmışsınızdır. 



Bil-mi-yo-ruz. Bilmeden meslek sahibi oluyor, sevmeden okuyamıyoruz. Mutsuz insanlar oluyor, verimli çalışmıyoruz. Bu apayrı bir yazı konusu o nedenle kısa kesiyorum. "Şehir planlamayı bilmiyoruz"a virgül koyarak devam ediyorum. Her mesleğin mutlak vardır meslek ahlakı, meslek etiği. Ancak planlamada bu yazısız vicdan kurallarını taşımıyorsanız yapabileceklerinizin ucu bucağı yoktur. Bizde meslek ahlakı önemlidir ve eğitim sürecimiz boyunca bizimle yoğrulan olgudur.

Diktiğiniz koca koca binaları, arabanızı park etmeye çalıştığınız plansız otopark alanlarını, çocuğunuzu götürdüğünüz 173894 km uzaktaki okul alanlarını, günlük ihtiyaçlarınızı karşılayacağınız ticari alanları, hepinizde olduğunu varsaydığım kültürel ihtiyaçlarınızı karşılayacağınız sosyo-kültürel merkezleri ve sizin sadece rahatlamak için gittiğiniz sahilleri, milli parkları, doğayı, yeşili ve daha nice tarihi ve doğa güzelliklerini korumak için sürdürülebilir yaşam alanları üretmek adına plan yapıyoruz, yapmaya çalışıyoruz. 

Velhasıl ukalalık yapmak istemem ama biz plan yapmasak tablo ortada. :) O nedenle bize iyi davranın yahu, bizi sevin. Hiç birinizin arsasını biz de yeşil alan yapmak istemeyiz. Ama şu aynalı 839503450 katlı göğü delen gökdelenlerinizden nefret ediyoruz!

Hepimiz çocuklarımız için park alanı, dinleneceğimiz yeşil alanlar istiyoruz ama hiç birimiz arsamızın kamulaştırılmasını kabul etmiyoruz. 

Kamuda çalışan plancıların ayrı, özel sektörde çalışan plancıların ayrı zorluklarla savaştığından uzun uzadıya bahsederek ve mesleki terimler kullanarak sizleri sıkmayacağım. Lakin kentleşme, gerek ulusal ve bölgesel ekonomi açısından gerek sosyolojik açıdan  çok pek çok önem arz etmektedir. Avrupa'nın hayranlıkla izlediğiniz şehirlerini ülkemizde de yaşatmak istiyorsanız hepinizi bilinçlenmeye ve daha çok okumaya davet ediyorum. Anlatabileceğim en kısa ve öz şekilde anlatmaya çabaladım. Okumak isterseniz mini listem aşağıda :)



Gecekondulu, Dolmuşlu, İşportalı Şehir - İlhan Tekeli, Tarık Okya, Yiğit Gülöksüz

Türkiye Perpektifinden Kent Sosyolojisi Çalışmaları - Prof. Dr. Cevat Geray Prof. Dr. Ruşen Keleş

İnsan nasıl insan oldu - M. İlin, E. Segal

Tüfek, Mikrop ve Çelik - Jared Diamond

Türkiye'nin Kent Planlama ve Kent Araştırmaları Tarihi Yazıları - Prof. Dr. İlhan Tekeli

Kentsel Planlama Kuramları - Melih Ersoy

Kentsel Planlama ve Tasarım Öğrencilerine Notlar - R. Raci Bademli

ve

Şehir Plancıları Odası  kütüphanesi ve yayınları



Bunu yaşamayacağımızı ümit ettiğim kentlere :)

Sevgiler...



29 Ekim 2014 Çarşamba

Düşüş - Albert Camus

Pek çoğu tarafından varoluşçu olan tanımlanan Albert Camus aslında kendisini ve hayatı böyle ifade etmekteydi. 

"Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız."
Yazarın daha çok bilinen kitabı "Yabancı" yerine "Düşüş"ü burada yazmayı tercih ettim. Çünkü gerek romanın tekniği, gerek cümleleri beni daha çok kendisine bağladı. 1957 Nobel ödüllü bu kitap öyle doğru noktalara öyle güzel değiniyor ki mutlaka altını defalarca çizdiğiniz paragraflar ve benim gibi başka başka yerlere notlar alacağınız cümleler ile dolu. Elini taşın altına koymadan sıyrılanların, düştüğünün ayırdına bile varmayanların uyanacakları sabahlar olmasını dileyerek sözü Albert Camus' ye bırakıyorum.



Ama kapıp koyverdim kendimi, savunmaya giriştim! Bağışlayın. Alışkanlık, bayım, eğilim, üstelik bu kenti ve nesnelerin özünü size anlatmak isteği! Çünkü nesnelerin özündeyiz.

Bu söylediklerim, görüyorum ki, şaşırtıyor sizi. Hiç birdenbire yakınlık, yardım, dostluk ihtiyacı duyduğunuz olmadı mı? Evet, elbette. Ben yakınlıkla yetinmesini öğrendim. Yakınlık kolayca bulunur, hem de hiçbir bağlantıya sokmaz insanı. İç konuşmadaki, "Size yakınlık duyduğuma inanın," sözü hemen, "Şimdimde başka şeylerle uğraşalım," sözünden önce gelir. Bu, başbakanlara özgü bir duygudur; felaketlerden sonra ucuza elde edilmesi zordur, ama bir kez de elde edildi mi, artık ondan kurtuluş yoktur, gereğini yerine getirmek gerekir. 

Dikkat etmişsinizdir, inancı, tüm hakaretleri bağışlamak olan insanlar vardır, bu hakaretleri bağışlarlar gerçi, ama hiç unutmazlar. Ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi bir yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. Benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu, oysa bu davranışımın nedeni daha basitti: Adını bile unutmuştum adamın. İlgisiz ya da nankör kılan aynı sakatlık o zaman büyük ruhlu hale getiriyordu beni.

Dostlarım diye de ilke olarak söylüyorum zaten. Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var. Buna karşılık sayıları çoğaldı onların, tüm insanlık onlar.

İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar.

Karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona.

Tek savunma gösterisi kötülüktedir. O zaman insanlar yargılanmamak için yargılamaya koşarlar.

Zenginlik, aziz dostum, henüz aklanma değildir, ama her zaman hoş karşılanması gereken ertelemedir.

Tüm erdemlerimin ön yüzünün böylece daha az etkileyici bir arka yüzü de vardı.

Gerçekten de öyle çabalar ve kanılar var ki hiç anlamam.

Ben tüm hayatımı çifte bir burç altında yaşadım ve en ciddi eylemlerim en az yükümlendiklerim olmuştur çoğu zaman.

Ciğerinde ne olduğunu gözler önüne sermek için, her yerde kalıbına girdiğim güzel mankeni kırmak istiyordum.

Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkum etmezler. Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya  çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır.

Bedenimi kemiren yorgunluk aynı zamanda içimdeki birçok diri noktayı törpülemişti. Her aşırılık diriliği, dolayısıyla acıyı azaltır.

Kendimi ne kadar suçlarsam, o kadar sizi yargılama hakkına sahibim. Daha iyisi, sizi kendinizi yargılamaya kışkırtırım, bu da beni öylesine ferahlatır.

"Ah, bayım," diyordu adam, "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan." Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.

  




22 Ekim 2014 Çarşamba

Ay balam Iğdırım

 ♫ ♪♫♪ ♫ 

Türkiye'nin 3 ülkeyle sınırı olan tek şehrinden hepinize merhabalarrr! :)


İnanılmaz yorucu ama bir o kadar keyifli haftasonunda emeği geçen başta Sezgin olmak üzere Ezgi ve Yiğit'e; ayrıca her nazımızı, sazımızı ve cazımızı çekip, bizi bir an yalnız bırakmayan Mehmet'e çok ama çok teşekkürler. Cumartesi sabahı İstanbul'dan THY ile 2 saat 10 dakikalık bir uçuştan sonra Iğdır'a vardım. 



Adım atar atmaz gördüğümüz tanklar ve kirpiler bomboş yollarda biraz ürkütücü olsa da yepyeni bir coğrafyayı keşfe gelmiştik ve heyecanımızı hiçbirşeyin bozmasına izin veremezdik. 



Iğdır'dan 40 km uzaklıktaki Doğubeyazıt'da İshak Paşa sarayı ile gezimize başladık. İshak Paşa'nın babası tarafından inşaasına başlanmış olan saray miladi 1784 yılında tamamlanmış ve nedenini bilmediğimiz bir sebepten Ağrı Dağı'nı görmeyecek şekilde konumlandırılmış.



Tarihi mekanları gezerken oldum olası bir mutluluk olur içimde, hüzün olduğu kadar. Birileri orada yaşamıştı, hem de kim bilir neler yaşamıştı? Bugün güle oynaya fotoğraf çekildiğim merdivenlerde, karanlığından ürktüğüm zindanlarda ne gözyaşları dökülmüştü kim bilir? 



Tarih; kimilerinin koltuklarını kabartırken kimileri için koltuklarından edici olabilir. Öyle ince bir çizgi. Unutmamak gerekir.



Beyazıt eski cami ile gezimize devam ettik. Yavuz Sultan Selim tarafından yapıldığı söylenen caminin kitabesinde 1687 yılında onarıldığı belirtilmektedir. Tarihi doku o kadar hoşumuza gitti ki fotoğrafta gördüğünüz dağa tırmandık. :) 



Lordzadelerin de ülkemizde yaşadığının ispatı olan bu mezar taşını ve dönemin daha pek çok  önemli şahsının mezarlarını  ahmed-i Hani Türbesinin bahçesinde görebilirsiniz. Hani Baba adıyla anılan şair ve tarihçi 17. yy'da yaşamış, pek çok eser vermiş, İshak Paşa sarayında katip olarak çalışmış ve yöre halkı tarafından oldukça sevilen ve sayılan bir insan.



Epeyce üşüdükten ve pek çok acıktıktan sonra benim için yemek bulması oldukça zor olan yörede, hepimizin yüzünü güldürecek bir menüye sahip cafe nostalji'de, önce gözümüz sonra midemiz bayram etti. 



Gezilecek yerleri keşfetmiş, karnımızı doyurmuş olarak yöresel dükkanları gezdik ve esnafın da yüzünü güldürmeden oradan ayrılmadık. Bundan sonraki yazılarda bolca "Iğdır Hatırası" göreceksiniz. 
Iğdır'dan her saat dönüş olmadığı ve bu uçuşların da çok erken saatlere denk geldiğinden dönüşümü Van'dan yaptım. 




Bu sayede Van'ı, Muradiye Şelalesini ve Van denizini de (orada deniz olarak geçiyor biz göl diyeduralım.) görmüş olduk.



 Bir gün içerisinde pek çok mevsimi yaşadığımız bu kısacık haftasonunda kar manzarasını da seyretmeden ayrılmadık! Arabayla giderken binbir zahmetle çekilen bu kareler için Ezgi'ye teşekkürler :)







Ah çok sevdiğim, pek sevdiğim İbni Haldun'un o sözü hep kulaklarımdaydı.



"Coğrafya, kaderdir."



Sevgiler...


16 Ekim 2014 Perşembe

Gizli Cennet Doğal Yaşam



Ailecek hayatımızda yaptığımız en iyi şeydi sanırım Bornova'nın merkezinden Sasalı'ya taşınmak. Artık yaşa mı bağlarsınız, yaşanmışlığa mı bağlarsınız bilemeyeceğim zira ben de neye bağlayacağımı bilmiyorum. Arada bir sinirleniyorum ama onun dışında doğa ile iç içe yaşamaktan oldukça bahtiyarım. :)


Sasalı'da ulaşım oldukça zor, sinekleri bol ve kurutulmamış bataklıkları var. Ancak tertemiz havanız, yeşil bahçeniz ve gerçekten organik sebzeler yiyebilme lüksünüz de var.


Neler mi yok? Otopark sıkıntısı! Evin 1 km uzağına parkedip yürüme sorunu, komşularla park kavgasına tutuşma ya da evin yakınına park edebilmek için arabanın içinde 45 dk yer boşalmasını beklemek gibi şeyler... Büyükşehirlerin kemikleşmiş, kıstırılmış binalarının olduğu dar sokaklardan uzaklaşmak için bu bile başlı başına bir sebep. 


Gecenin 3'nde içip içip ramazan davulcusu gibi sokaklarda nara atan gençlerden kurtulmak da oldukça iyi bir sebep. Hiç mi genç olmadın demeyin yahu kimsenin kapısına, bacasına dayanmadık gece yarıları. Efendi gibi içtik, velhasıl şimdiki gençlik nereye gidiyora bağlamayacağım korkmayın canıııııım :)


Sasalı'nın doğası, havası ve sakinliği bize çok iyi geldi. Domatesi, biberi, yeşilliği arka bahçende yetiştirip, ön bahçende güneşlenmek gibi keyifleri olmalı insanın bu hayatta. Evinde bolca vakit geçiren benim gibi biri için bunlar nasıl mükemmel bilemezsiniz. Siz de deneyin. Seveceksiniz diyorum, uyarıyorum.



Biraz da doğadan minnak bir kaç kare gelsin… 

Şimdiden huzurla dolmadınız mı :)


Yorgun tosuncuk tosbağacık :)


Ürkek papağan kardeş :)


Ürkütücü yeşil yılan


Sevgiler...



Bluz: Zara
Pantalon: Sfera
Ayakkabı: Mecrea
Çanta: Mudo
Yüzük: Six accessories