13 Temmuz 2014 Pazar

Happy Weekend!



Hangimiz için haftasonları mutluluk kaynağı değil ki? 2 seneyi devirdiğim 3. yılımı kutladığım Edirne'ye de alıştım. Ama yine de gurbette yalnızlık zor, dostlar iyi ki var! Yeri gelmişken fotoğraflar için Berker'e sonsuz teşekkürler. Bu gördüğünüz kareleri çekmek için trakyanin meşhur çeltik sineklerinin saldırısına uğradıysak da ne O fotoğraf çekmekten vazgeçti ne de ben poz vermekten, ışığımıza sağlık :)


Bu muhteşem sinekleri bol doğa harikası Edirne - Karaağaç. Tarihi ile ilgili çok kısa bilgi vermek istiyorum sıkılmazsanız :)

"1915'te Bulgaristan'ı kendi yanında savaşa sokmak için Almanya'nın yaptığı şiddetli baskı yüzünden, Karaağaç, Meriç batısındaki tüm Türk topraklarıyla birlikte Edirne'den ayrıldı. Ancak 1923 yılında Lozan Anlaşmasıyla geri alınabildi. Bugün bu anlaşmayı simgeleyen anıtıyla, tarihi Tren İstasyonu ve yine tarihi Trakya Üniversitesi Rektörlük binasıyla Edirne'nin en güzel ve şirin semtlerindendir.Edirne'ye dört kilometrelik doğa ve tarih yoluyla bağlanan Karaağaç Mahallesi, bir yaklaşıma göre Antik Orestia şehri üzerine kurulmuş olup; adını burada bir zamanlar varolan Karaağaç ormanlarından almıştır."
Koskoca bir imparatorluğa 92 yıl başkentlik yapmış; tarihi, çeltiği, badem ezmesi, tava ciğeri ve Meriç Nehri ile nev'i şahsına münhasır bu güzel şehir ile ilgili daha çok okumak isterseniz buraya ve buraya bakabilirsiniz. Şehir plancısı olduğumu artık hepiniz biliyorsunuz, okuldayken çok sevdiğim bir hocam şöyle derdi: "bir şehri koklamadan asla yaşamış sayılmazsınız." Tez zamanda buralara da bekleriz. :) 


Sınırda yaşamanın şöyle bir güzelliği var: Size bu kadar yakın bir kültürün "ben sınırı çizdim, orası senin burası benim toprağım, hadi bakalım anlaştık." demekle kültürleri, alışkanlıkları, akrabalıkları bitiremediğine gözlerinizle şahit olmanız. Bazen o kadar basit şeyleri göz ardı ediyor, unutuyoruz ki hatırlamak için söylemek gerekiyor. Bu yazının şarkısı da yine bu toprakların ezgilerinden geliyor.

Keyifli Dinlemeler..




Bluz: Mango
Etek: Tally Weijl
Ayakkabı: İnci
Çanta: İzmir'den bir butikten
Gözlük: H&M
Saat: Guess
Kolye ve Bileklik: Accessorize

5 Temmuz 2014 Cumartesi

If a city had a uniform, it would have to be jeans!



Yazın hafta sonuna en çok uçuş uçuş elbiseler, mini etekler yakışır diyebilirsiniz. Ancak Temmuz olmuş hala fırtına, yağmur.. Doğa ana bizimle dalga geçiyor "Sen misin insanoğlu ağacımı, dalımı hunharca kesen gökdelenler diken.." diye. İşte böyle zamanlarda en büyük kurtarıcımız biricik jeanlerimize sıkı sıkı sarılalım. Hele bir de sezonun vazgeçilmezi crop tshirtlerle kombin yaptık mı kendilerine bayılırım ayılamam :)

 


 Hafta içi yaşadığımız onca sorun, iş stresi, koşturmaca, yorgunluk sıyrılın gitsin. Bakın ben ne rahatım yeşillerin arasında, ne güzel poz veriyorum biricik kardeşime, evimde ne mutluyum!  :)



Bu yazının müziği Friends'de de geçen Bangles - Walk like an Egyptian

Burada olduğunuz için teşekkürler.



Tshirt: Sateen, Jeans: Edirne minnak bir butikten, Çanta: Lc Waikiki Ayakkabı: Lacoste, Saat: Lacoste

30 Haziran 2014 Pazartesi

Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir!

Yazarını hiç görmemiş olsam bile bu kadar güzel ismi olan kitabı elime alıp kurcalamamam mümkün değil.. 



"Ben hayatı, yaşamak için değil, matem içinde sonsuz bekleyişe göre düzenlenmiş Acem ülkesinde nafile zamanlar bekledim... Severek ve ümit ederek... Bize çok benzeyen, bir uçtan diğerine savrulan kültürleri içinde hiç yabancılık çekmedim. Bize hiç benzemeyen toplumsal bezginliklerine yabancı kaldım. Büyük bir coşku ile gittiğim ülkeden derin bir hayal kırıklığı ile ayrıldım. Kolayca halledilebilecek, insana dair nice sorunun Kafdağının arkasına gömülmesini, sosyal özgürlüklerin beş para değeri olmamasını hüzünle izledim."
Okuduğunuz bu kitap kimseyi öfkelendirmek için yazılmadı. Kendi çaresizlikleri ile yola çıkmış genç bir insani yardım görevlisinin, görev yaptığı ülkenin çaresizlikleri ile baş etme hikâyesinin unutulmaması için yazıldı. Daha iyi yaşamak için daha kötüsünü inşa etmiş olanların pişmanlıklarını hatırlamak için yazıldı. Nereye giderse gökyüzünün sahibi olduğuna inanan kederli sürgünleri anmak için yazıldı. Ve İnsanlığın büyük macerasına kendi küçük tecrübesi ile eklendi. 

Hayatın her anında bir güzellik arayan, üzgünken bile gözyaşlarımı içime akıtarak gülümseyen bir yapım var. (Tamam itiraf ediyorum arada dışarı da akıyorlar :) ) Haliyle negatif enerjiye, olumsuz düşüncelere ve herhangi bir şeyi sürekli yapamayacağını düşünen, kendi duvarlarından kurtulamayan insanlara tahammülüm yok.

Enerjime enerji katan insanlar, başımın üstünde yeriniz var! Lakin mutsuzluk ve kargaşa üzerine kurulu bir hayatı seçenler benden uzak dursunlar. Sonuçta yaşadığımız her kargaşada kaos kuramının temel önermelerini tekrar etmeliyiz içten içten.. Kitaba geçmeden NilFm'den mutluluğun sırlarını açıklıyorum; hazır mısınız? :)

Düzen düzensizlikten doğar.
Düzensizliğin içinde de düzen vardır.
Hayata dair her şey lineer olmayan bir sistem üzerinde yürür ve tüm parametreler bilinemez. Yapılan her hesap sadece doğruya yaklaşır, asla doğru olamaz.

İşte bu yüzden herşeye rağmen gülümseyen insanların kıymetini bilelim ve daha çok okuyalım! :) Ve artık biliyorsunuz ki lügatında pes etmek olmayan güçlü kadınlara bayılırım, hayran kalırım ve gıpta ederim. Gelelim Şafak Pavey'e ve bir solukta okuduğum "Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir" kitabına. 

Pavey okumak için gittiği İsviçre'de tren kazası sonucu bir kolunu ve bir bacağını kaybediyor. Asla pes etmiyor, tedavi sürecinin her türlü zorluğuna göğüs geriyor ve yaşama son sürat devam ediyor. Uzun yıllar Birleşmiş Milletler'de çalışıyor. Orada çalıştığı sırada çok merak ettiği, uzun soluklu yaşamı deneyimlemek istediği İran'a Birleşmiş Milletler'in sözcüsü olarak gidiyor. Engelli bir insan, bir kadın olarak İran'da yaşadığı iki seneyi gözlem yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu göstererek anlatıyor.

Din kisvesi altında insanlık dışı uygulamalarla ezilen ve baskı gören halkın ülkesi İran. Bir önceki kitap yazım da İran üzerineydi bu ara böyle gidiyorsa demek. Yoksa hala okumadınız mıııııı? Hadi o zaman tık tık :) 


En sevdiğim satırlar;

Rahnavard'ın, İran'da değişim isteyenler için kadın erkek eşitliğini simgeleyen şu sözleri ünlenmişti: "Kadın ve erkek bir kuşun iki kanadı gibidir…Eğer kuşun bir kanadı kırıksa, uçamaz…" Batı'dan birçok insana basit gelebilecek ama İranlılara eşitlik konusunda ilham veren bu sözlerin söylendiği sene 2009'du! ( Sayfa 23 )

Cafer Panahi bile ilham alarak film yapmıştı Offside diye. Filmde maç seyredebilmek için erkek kılığına giren bir grup futbol taraftarı genç kızın öyküsü anlatılıyordu. Filmin İran'da gösterilmesine ise izin verilmedi ama düşük profilde kalması, göze batmaması istendiyse de film uluslararası alanda yayıldı ve bir simge oldu. Cafer Panahi ise uydurma gerekçelerle hapsedildiği, Tahran'ın, işkence ekibiyle ünlü Evin cezaevinde hayatına devam ediyor; insan hakları savunucularının bütün uğraşlarına rağmen"  ( Sayfa 54 )

Gece uyuyamıyorum; uyumayı başarınca da sıkıntıdan uyanıyorum. Yine böyle sabahlardan birinde ofiste çalışan bir İranlı arkadaşımın odasına daldım. Zikir çektiğini bildiğim için, "Bana, rahatlamak için bir zikir öğretir misin?" diye soruverdim. Bir an için korkuyla karışık garip bir tereddüt gözlerini yaladı geçti. Neden sonra yerinden kalkıp kapıyı dikkatlice kapattı. İran da devletin bilgisi dışındaki tarikatlara katılmak büyük risktir. Müslümanlar genellikle İslam devletlerinde inançlarını özgürce yaşadıkları gibi bir pembe hayale sığınırlar. Ama işin aslı İran'da Hristiyan olmak bütün risklere rağmen, bir İslam mezhebinin müridi olmaktan çok daha güvenlidir." ( Sayfa 96)

Bize kendi topraklarından Mevlana'yı hediye etmiş engin Fars medeniyetinden; kültürümüze şiirleri, düşünceleriyle, Meslevi felsefesiyle inanılmaz bir katkıda bulunmuş Celalettin Rumi'den kendi gerçek evinde en küçük bir iz yoktu. Tarihlerinden silinivermişti sanki! Sadece cılız bir sesle şair olduğu söyleniyordu. Bizim için o kadar önemli bir düşünür, dini tekrar rafine etmeyi becerebilmiş ender feylesoflardan biri, doğduğu topraklarda bir hiçti. (Sayfa 98 )

Biz Türkler çabuk ve pratik düşünür, hızlı hareket ederiz. Senin hızına ve enerjine İranlıların çoğu uyamaz diye düşünüyorum. Yavaştan almayı severler, başka türlüsünü de beceremezler zaten. Diğer yandan, vicdana da sakın güvenme. Oynayacağın son yer olsun hatta. İranlılar çok diktir, onurludur. Yere düşse de ağlamaz, ağlayanı da sevmez. Sen bakma o Şiilik'ten gelen ağlama, yas geleneğine … Onların hepsi tiyatrodur. Ağıt yakmak kültüründe var Perslerin… Onlar savaşçıdır, ağır kanlarına bakıp sakın aldanma. Unutma, devrim gönüllüleri, Şah'ı devirip, cumhuriyete geçiş yaptıktan sonra devrimi omuz omuza kazandıkları komünist yoldaşlarına ve İslamcı sisteme ayak uydurmak istemeyenlere, ailelerinden ölen var idiyse, cesetlerini, vücutlarındaki kurşun sayısına göre para karşılığı teslim etti. ( Sayfa 154)

Kitabın daha pek çok satır arasında "yok artııııık",  "ama bu insanlık dışııııı",  "bu da olur muymuşşşş", "böylesi bir kısıtlılık halini düşünemezdim bileeee" nidalarını sık sık tekrar ediyorsunuz.  Aslında sahip olduğumuz özgürlüğün(!) farkına varabilmek ve sonuna kadar onu koruyabilmek adına hepinize şiddetle tavsiye ediyorum. 

Bu yazının da müzikleri enstrümantal : 

Farid Farjad 

ve Perviz Müşkatiyan


İyi okumalar, dinlemeler...
Keyfiniz bol, kahveniz köpüklü, neşeniz daim olsun...
Burada olduğunuz için teşekkürler :)

24 Haziran 2014 Salı

Ding Dong Düğün Zamanı

Hepimizin hayatında yıllar yılı sürdürdüğü,zaman zaman çok kızıp her zaman çok sevdiği, içinden geleni geldiği gibi söylediği sonra da hiçbir şey yokmuş gibi "bir alışverişe mi gitsek" dediği bir dostu vardır! 
Yoksa yazıklar olsun size. Kimle dedikodu yapıyorsunuz :)

      Biraz parlamış olabiliriz ama biz zaten ışıl ışılız canımmm :)

İşte benim böyle bir handişkom var ki 2 günlüğüne Edirne'den kalkar giderim İzmir'ime ablasının oğlunun sünnet düğünü için, ki bu da benim ilk stil postum olur. Bir sürü kombin yapıp hiçbirini fotoğraflayamadığım için çok üzgünüm. Ama üstün yetenekli fotoğrafçı arkadaşımı ikna edip tez zamanda birbirinden güzel kombinler ve pek çok fotoğrafla burada olacağım.( Bu postu ona tabii ki okutacağım :) )

Hanım Hanımcık pozumu vereyim;

 Sonra şımarabilirim :)


:)
 Bu ayakkabılarla aşk yaşadığım doğrudur...


Sünnet Düğünü tabii ki arka planda görmüş olduğunuz yerde olmadı bunlar zıplayıp hoplayıp kendimizi kaybetmeden önce Sasalı'da caaaanım evimizin bahçesinde sevgiyle çekilmiş kareler.
 Buradan annişkoma teşekkürler.


Sünnet Düğünü Saime Sultan Yalısındaydı. Herşey sünnet annemiz tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş; masalardan yemeklere, tatlılardan müziklere kadar hepsi ama hepsi enfesti. 


Bu paragrafa "maşallah" deyip başlıyoruz hep birlikte :) Sünnet çocuklarını ısırmak, yemek, oiiiii diye sıkıştırmak isteyebilirsiniz şimdiden uyarıyorum. Smokinleri de annelerinin tasarımı. Hale Kemeraltı'ndan aldığı smokinlerin pantalon paçalarını kesip saten kumaş dikerek bu enfes tabloyu karşımıza sunduğunda hepimizin içi gitti. Yakında ben de dikiş nakışa başlayacağım ve kesinlikle ilham perim Hale! Takipte kalın neler dikeceğim neler. Kalıp çıkarmaya başladım :)



Hale'yi ve Lale'yi de paylaşmadan postu vallaha bitirmem. Ailecek güzeller :)



Bu postun müziği de onca yoldan ve uykusuzluktan sonra Külkedisinden Cindrella'ya dönmemin şerefine gelsin ve tabii ki kızlar Allah hepimize böyle elinde ayakkabı kapı kapı bizi arayan aşık bir prens nasip etsin :)
Sevgiler... Burada olduğunuz için teşekkürler...


Halenin Elbisesi: Kırmızı - Ertan Kayıtken Lalenin Elbisesi: Siyah -Vakko Handişkomun Elbisesi: Alfa Beta; Benim Elbisem: 3. silahşörümüz sarı japonum Deniz'imin Los Angeles'tan hediyesi (İnsanın böyle dostu olsun 1943584950 milyar borcu olsun :P), Ayakkabılar: Sarar (Eski Sezon), Çanta: Watsons'tan aldığım makyaj ürünlerinin hediyesiydi. (Böyle hediyeleri hep istiyoruz burdan duyurulur :) ) ; Takılar: İzmir - Bornova'dan gümüş-zümrüt satan enfes bir dükkandan almıştım. Ne karardı ne birşey oh mis gibi takıyorum. Saat: Gaziantep Çarşı


6 Haziran 2014 Cuma

Frida Kahlo kimdir?

Hakkında söylenecek, anlatılacak şeyler; yazılarak ve yorumlanarak bitmeyecek kadın! 
Frida Kahlo:  Ressam, Feminist ve Çok Aşık.

Güçlü, aşık, zeki ve kendine güvenen kadınlara bayılırım. 

Hayır feminist değilim, hiç olmadım. 

Ama içinde yaşadığımız toplumun totaliterliğine tahammül edemiyorum, özellikle kadınlar üzerindeki baskısına, erkek egemen toplumun erkekler ve kadınlar üzerindeki ayrı ayrı yoğun etkisine ve bunun öylece doğal bir şeymiş gibi yaşanılmasına. 

Ve kadın dedim evet "kadın" demekten çekinen bütün bayanlar ve kızlar için. Hala ne çok şey aşamadık değil mi? "Konuyu dağıtma nil, Frida merakımızdan burdayız" dediğinizi duyar gibiyim.
O halde haydi başlayalım.. :)


1926'Self Portrait


Meksika doğumlu olan Fridita doğum tarihini üç yıl gecikmeli, Meksika devrimi olan 7 Temmuz 1910 tarihini benimsemiş dersem kendisinin kimliği ile ilgili çok önemli bir ayrıntıyı vermiş olurum. 

Meksikaya gideceklere not! Meksikadaki evi müze olarak sergilenmektedir, görmeden gelmeyin! :) Benim gibi burada çatlayanlar için siteye tık tık! 

"Hep bir oğlum olsun istemiştim" diyen babasını mutlu etmek için erkek kılığına girebilen bir feminist.

1925 Yılının sonbaharında bindiği otobüse tramvay çarpması sonucunda; tramvay demirlerinden biri sol bacağından girip leğen kemiğinden çıkmış ve kazadan sonra tam 32 kez ameliyat olmasına rağmen bir türlü eski haline dönemeyen Friditanın hayatı; korseler, doktorlar ve ağrıları ile bütünleşik geçmiş. Ameliyatlar sonrası çakılı kaldığı yatakta kendisini oyalamak için, başladığı resim hayatının en büyük tutkusu haline gelmiş sonrasında, ne de iyi olmuş!

Tüm hayatı boyunca 132 resim yapan Friditanın yattığı yatakta tavana ayna koyarak resmettiği 55 oto-portresi bulunmaktadır.

Picasso'ya bile "Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz" dedirten bu mükemmel kadın, sanat camiası içinde bir kısım çevre tarafından sürrealist olarak adlandırılsa da tüm benliğimle karşı çıktığım bir gerçektir. Yaşadığı dönemde etkili olan soyut sanatın gerçeklikten uzaklığı, kübizmin geometrik bir anlayışıyla biçimci kaygıları ve dışavurumculuğun sosyal içerikli konuları ve serbest fırça vuruşları onu hiç mi hiç ilgilendirmez. Kendi acılarını kendi gerçekliği ile resmeden Kahlo'yu tanıdıktan sonra eserlerine baktığınızda içsel bir bağ ve ortak bir tavır vardır ve bu anında sezilir. Sezmezseniz kalbimi kırarsınız, bu konuda hassasım. :)

1927 yılında tekrar ayakları üzerinde durmaya başladığında (mecazi değil); bu zaman zarfında yaptığı resimlerini toplayıp ünlü duvar ressamı Diego Rivera'ya götürür. Bu olay Frida, Diego ve yaşamı onlara değen herkes için bir dönüm noktası olur. Dönemin hızlı çapkını ile 1929 yılında evlenen Frida sanat çevresine ve sosyetesine resmen adım atar.

Kişilikleri gibi evlilikleri de tabii ki sıradışı olur, kör kütük aşıkken bile birbirlerini aldatır ve birbirlerini deliler gibi sevip nefret ederler. Öyle ki Frida'nın Diego için pek çok yazısı , mektubu ve günlüğü bulunmaktadır. 

"Başlangıç Diego... Yapıcı Diego... Çocuğum Diego... Ressam Diego... Babam Diego... Oğlum Diego... Sevgilim Diego... Kocam Diego... Dostum Diego... Anam Diego... Ben Diego...Evren Diego..."

Böyle katıksız, nedensiz, sorgusuz, sualsiz, tepkisiz, sürekli, ömür boyu süren aşklar.. varlar mı gerçek hayatta da? Çocukken oluyor da hani büyüyünce diyorum ben, bu kadar kötülüğe rağmen insan birini sevebilir mi? 
(Kendime not: size yakında Ahmet Altan'ın sevdiğim kitaplarından bir derleme yapmalıyım!)

1943'Diego of my mind

Evlilikleri 1939 yılında Diego'nun Frida'nın kız kardeşi ile birlikte olmasıyla son bulur. 1 yıl ayrı kalan çılgın aşıklar (çünkü gerçekten çılgınlar) daha pek çok kişi ile birlikte olduktan sonra tekrar evlenirler. Frida Diego ile birlikte geçirdikleri yıllarda 1 çocuk aldırır ve 2 düşük yapar. Bu yaşadıklarını da tabii ki resmederek ölümsüzleştirir. Bir nevi acılarını ölümsüzleştiren kadın!

1932'Henry Ford Hospital


Frida, yalnız ülkesinde değil, Amerika ve Fransa’da da sergiler açar. 1938 yılında  New York’ta açtığı sergi,  ona büyük ün getirmiştir. 1939'daki Paris sergisi ile büyük övgü alır. 1953 yılında Mexico City’de açtığı kişisel sergisine gitmesine doktoru izin vermez ama sıra dışı Frida orada da farkını ortaya koymuş.Ne mi yapmış? Şöyle ki: Davetliler galeriye geldikten sonra sirenler çalar, ambulansla gelen Frida sergi salonunun ortasına yerleştirilen yatağın içinde şarkılar söyleyip şakalaşarak, herkesi etrafına toplar, büyük ilgi görür ve yine odak noktası olmayı başarır. :) 
13 temmuz 1954 yılında akciğer embolisi teşhisiyle öldüğünde, intihar ettiğini düşündüren günlüğünde yazan cümle şudur;
"Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım"

Magdelena Carmen Frida Kahlo için daha çok şey bilmek istiyorum, okumak değil yaşamak istiyorum diyorsanız yönetmenliğini Julie Taymor'ın üstlendiği, 2002 yapımı, Salma Hayek'in müthiş oyunculuğu ile can bulan Frida'yı mutlaka izlemelisiniz..



İzlemek değil daha çok okumak istiyorum diyorsanız; kitaplığımda tabii ki bulunan Barbara Mujica'nın kitabını tavsiye ederim. :) 

Şimdilerde Everest yayınlarının "Unutulmaz Kadınlar Dizisi'nde Frida Kahlo Aşk ve Acı"da da gözüm kalmış olmakla birlikte elimde okumayı bekleyen 10 kitap olduğu için kendimi tutuyor, sırayla okuyorum. Ama siz okuyup seriden bana tavsiyelerde bulunursanız da enfes olur.


Yazı bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz, Frida ile ilgili sabaha kadar konuşabilirim ki! :)


 Şimdi "Ben ve Frida" isimli çalışmalarım geliyor..

 2011'İstanbul Pera Müzesi

 Diego için yazdığı mektup.


Frida Soundtrackleri ile yazımı üzülerek sonlandırıyor;
Sizi sıkmadığımı umuyor ve
hepinize burada olduğunuz için teşekkür ediyorum..

Aşk bizimle olsun.



1 Haziran 2014 Pazar

AB Gönüllü Çalışma Kampı - Reino de España

Şimdi orada olmak için neler vermezdim diyeceğim yer: İspanya! 
Bu tatilimin bir kamp aşaması bir de kamp sonrası olduğu için 2 kısımda anlatacağım. Fotoğraflar ve anılarla tekrar gidelim, haydi durmayalım buralarda..

Üniversite dönemimde tanıştığım gençtur ile harika bir ispanya macerasına adımı altın harflerle kazıdım. Nasıl mı gittim, siteye tık tık. http://kampcilik.genctur.com.tr/yurtdisi-calisma-kamplari

Kamp yeri Bacares, Almeria eyaletine bağlı. Ben ve arkadaşım kendi imkanlarımızla Almeria'ya ulaştıktan sonra Bacares'e gitmek üzere daha önce mailleştiğimiz kamp yöneticileri ve arkadaşlarımızla belirtilen yerde, belirtilen saatte buluştuk. Kampın ağır şartlarına kendimi hazırlamıştım falan dersem yalan söylerim. Bavulumda topukludan tutun da her türlü süs püs ıvır zıvır vardı. Aslında kamp insanı değilim ama gençlik işte deneyelim dedik bir kere ya neyle karşılaşacağımı çocuklar gibi merak ediyordum. Hiç bilmediğim bu ülkenin bir şehrinden nüfusu 280 kişi olan minnak köyüne doğru, hiç tanımadığım insanlarla seyahat ediyordum. Hayatta mutlaka yapılması gereken şeyler listenizde en üstlere yerleştirin! Pişman olmayacaksınız. Sanırım kalbim temiz -sanırım değil kalbim kesin temiz- cillop gibi enfes bir kamp yerimiz vardı. Kamp yerimize vardığımda ne göreyim, ahşap ,3 oda 1 salon, tek katlı mini mini 7-8 tane evden oluşan şirin mi şirin bir site. Sitenin içerisinde ağaçları, masaları tam bir ye, iç, yat mekanı. 

Dünyanın dört bir yanından,farklı coğrafyalardan, dillerden, ırklardan gelen; 28 kişiden oluşan grubumuzla tanıştıktan, çalışacağımız konularla ilgili bilgi aldıktan hemen sonra merhaba ilk fotoğrafımız!



Kamp seçiminizi yaparken çok dikkat etmeli ve her ayrıntıyı dikkatle okumalısınız. Zira o zaman neden çok şanslıyım dediğimi anlayacaksınız. Kendimize ait odalarımız, yataklarımız ve elbise dolaplarımız vardı. Ayrıca enfes mutfağımız da var birazdan geliyoruz. Sabredin :)

Mutfağımız var dediysem hergün biz yemek yapıyoruz zannetmeyin. Mutfak sadece ara atıştırmalıklar hazırlamak ve 2. hafta her evin kendi yöresel yemeklerini yaptığı konsept eğlence akşamları içindi. Kulağa harika ve lezzetli geliyor değil mi?



280 Kişilik köy dediysem zihninizde hiç bizim köyleri canlandırmayın. 
Minimum alanda maksimum eğlence = bu da bizim marjinal fayda tatil eğrimiz! 
(Kamu yönetimi de okuduk. Olsun o kadar , yıllarımı verdim)

Anlamsız bir şekilde her turiste küfür öğretme geleneğini yıktım tek başıma! Nanik öğretiyorum. Bu da benim farkım :P

Sizi bilmem ama ben ilk ve tek sarı karpuzu burada gördüm. Tadı aynı hiçbir fark yoktu. 


Gelelim neler yaptık 2 haftalık kamp sürecinde. Çamur savaşı çok iyi bir başlangıç olmasa da prenses bünyem bunu tabii ki kaldırmadı. "Saçmalama tırnaklarım bozulur" diyemedim. Tebessüm ettim ve ben sadece izledim. Çok eğlendim. Bol bol güldüm, neyse ki birisi de tutup beni çamura bulamadı. Yiğidimin yüzündeki bu zafer duruşu da kızlarla çamur savaşı yapmış olmanın verdiği mutluluk :)

Trekking Zamanı

 Çok yorulduk ya Havuz Zamanı :P


 Rom içeriz, şerefinize çocuklar.


Yetti gari bu kamp hayatı, hadi bizi gezdirin dedik :) Almeria'ya doğru yol aldık. Almeria hayatımda gördüğüm en güzel ayakkabıların, takıların -indirim zamanı gitmem nedeni ile- en ucuza gördüğüm yer olarak hafızama kazındı! Aldıklarımın bazılarını yıllar geçmesine rağmen hala kullanır, gözüm gibi bakarım. 


Almeria'da akşam oldu. Yorgunuz ama hatıra fotoğrafı çekilmeden bi yere gitmek yok :)

Konsept ve yöresel akşam yemekleriiii... Çekilin pişiricem ama önce poz vericemmm..:)


Meyveleri dalından toplarız.

 Ev sakinleri ile geçirdiğimiz yorucu ve eğlenceli mutfak macerasından çıktıktan sonra saçı başı dağıtıp süslü püslü masada oturmayacaktık tabii. Kendimize çeki düzen verdik, geldik. Soldaki arkadaşa takılmayın :))))


 Biladerim ve french style bağladıkları fuları. Biz fransızlardan daha iyi bağlıyoz ben size diyim. :)
Meyve ve rom..yummy!

Köy halkıyla röportajları yaptık, kısa film çalışmaları başladı. Neyse ki grupta bizden başka herkes 3-5 dil bildiği için iletişim sorun olmadı :)))

Bol bol savaşıldı efendim bu da yiğidonun italyan kızımızla boya savaşı hatırası :)


Geceleri konsept akşam yemekleri devam ederken,..

Gündüzleri doğa, çekimler, çalışmalar sürdü gitti. 

Geceleri yemekler, eğlenceler...

Gündüzleri tasarım, boyama, sahne, eğlenceler..

Şortum duvar çalışmamla çok uyumlu değil mi? Zamanında Zara'dan bunu düşünüp almışım belli ki :)

ve sonuç.. :)

 Veda yemeği ve veda zamanı..


2 haftanın sonunda birbirimizden bolca gözyaşı, yığınla fotoğraf ve hatıra ile ayrıldık. Bugün bile hemen hemen her anını hatıramda sakladığım müthiş bir deneyimdi. Klasik turistik geziler de yaptıktan sonra anladım ki böyle bir tatilin yeri bambaşka. Tanıştığım arkadaşlarımın bazıları ile hala görüşüyorum, hatta en sevdiğim biricik esterim de benim gibi yazıyı ve kağıt kokusunu sevdiği için uzun süre mektuplaştık. Şimdilerde facebook üzerinden iletişim kursak da onu özlüyorum. Bir sonraki yıl ben Almanya'ya (Belki bir başka yazı da bu yolculuğu da anlatırım,  ne dersiniz?) gittim, sonrasında o İzmire geldi ve kuşadasında buluştuk. 

Dünyanın başka bir yerinde; dilini, dinini, dününü bilmediğiniz ama sizi gerçekten anlayabilecek mutlu yürekler, harika insanlar var. 
Neden evde oturalım ki? :)


"Sözcük oyunlaması değil:
Kültür bir küldür..İnsan sobasında bilgi ile görgünün sezgiyi yakması ile olur."

Özdemir Asaf

Bilgi ve görgüyü yakacağımız çokça günlerin bizimle olması dileği ile..
Bu yazının şarkısı Buika'dan geliyor..



Burada olduğunuz için teşekkürler, keyifli dinlemeler..